küçüktü, küçücüktü.. kocaman bir kiraz ağacı vardı arka bahçelerinde. o ağaca kurduğu salıncaklarda sallanırken bakardı rüzgarın tadına, gölgesinde dinlenirdi, annesini ikna edebilirse piknik yapardı o ağacın altında. öyle büyüktü ki ağaç; dalları yere değerdi yaz geldiğinde. kahkahaları kadar kocaman olurdu ağacın meyveleri de.. tırmanmaya çalışırdı hep. ilk dalına rahatlıkla çıkabilirdi. önceleri korktu daha yükseklere çıkmaya; sonra bir kere cesaret etti ve çıktı. kiraz hiç üzmedi o'nu.. hiç atmadı sırtından.. o günden sonra tek dostu o kiraz ağacı oldu miniğin. annesi mi kızdı; ağacına koşardı, güzel bir resim mi çizdi; ağacına gösterirdi..
öyle severdi ki ağacı böcekler onu yemesin, meyveleri kurtlara yem olmasın diye dedesini çağırtırdı her yaz ağacı ilaçlasın diye. dedesi yüzüne bir maske takardı, sırtına ilaç şişesini takardı, sonra ilaçlardı ağacı, korurdu kötülüklerden. küçük arka odalardan birinde parmaklıklara tutunup izlerdi ağacının daha sağlıklı olması için yapılan şeyi. dedesine gülümserdi.
fırtınalar çıkardı zaman zaman. gök gürülderdi, şimşekler çakardı peşi sıra. korkardı ağacına, arkadaşına, sırdaşına bir şey olacak diye. her yağmur yağdığında o pencerenin başına giderdi. görürdü ki ağaç eğiliyor ama asla kırılmıyor. işte bu yüzden küçükken öğrendi ayakta kalabilmeyi; ağaçtan..
tüm hayallerinde o ağaç vardı. zaman geçti, küçük büyüdü, ağaç yaşlandı.. dalları yere değmez olmuştu yazları. yaşlanmasına rağmen küçük ne zaman istese ağaç alırdı onu sırtına, hiç savurmazdı.. küçük anladı yaşlandığını, üzüldü ama ağaca hiç belli etmedi bunu.
güneşli bir gündü.. arkabahçeye koştu küçük anlatıcakları vardı ağacına.. ama ne görsün? tek arkadaşını, tek sırdaşını keskin bir demir parçası alıp götürmüştü. köklerini çıkarmamışlardı henüz. bir tabure gibi duruyordu ölü ağacın toprağa yakın yeri.. sırtına çıktığı, üzerinde kahkahalar attığı, yazın yere değen dallarıyla fotoğraf çektirdiği ağaç yoktu artık. arkadaşı yoktu..
önce kızdı ağaca, "sen ne rüzgarlar gördün, nasıl gidersin, nasıl bir demir parçasına yenilirsin?".. sonra düşündü; bunu ağaca yapanlara kızdı, küstü..
zaman geçti, küçük büyüdü..
içinde hep arkadaşının yarası vardı, o büyüdükçe yara da büyüdü.. çünkü büyüdükçe gördü ki hiç bir canlı o ağaç kadar "dost" olamazdı..
-
-
ahmet; yüksek okul mezunudur. askerliği bitirmiş ve döndükten 4 ay sonra işe girmiş ve kaderin bir cilvesidir ki; elektrik üzerine eğitim görse de muhasebeci olarak işe başlamıştır.
zeynep; liseyi bitirmiştir ve son bir kaç yıldır süper marketlerde kasiyerlik yapmaktadır. henüz 21 indedir. yaşı kadardır hayatının tüm tecrübesi. tanrı ona güzellik vermiş ve hayatındaki güzellikleri almıştır.
bir sonbahar günü ahmet işten yorgun argın çıkmıştır. aklından bir an önce eve gitmek ve bir güzel duş alıp yatmak geçmektedir. birden cep telefonu tüm planlarını beyninden kazırcasına titrer. hemen ekranını çevirir yüzüne doğru. kimin aradığına bakar. arayan celil'dir. pek de hazetmediği bir arkadaşıdır. istemeden de olsa açar telefonu;
ahmet; efendim! der isteksizce.
celil; ahmet! kardeşim nasılsın?
ahmet; iyiyim! sen nasılsın celil?
celil; iyiyim ben de! ne diycem. akşama arkadaşlarla toplanıcaz, future dayız. gelirsin di mi? bak bekliyorum!
ahmet; kardeşim bu akşam mazur görün beni! pek bi keyifsizim! gidip yatayım diyorum.
celil; ya daha iyi işte. eve gidip bunalım yapacağına gel orda muhabbet falan, kafan dağılır. akşama ordasın, kontörüm bitiyo hadi görüşürüz akşam!
.....
bu konuşma üzerine ahmet iyice keyifsiz bir hal alır. mecburen gidecektir artık. bu emrivaki için celil e iyice kızmıştır ve artık ondan daha fazla nefret etmeye başlamıştır.
zeynep marketten çıkmak üzeredir. gece çalışacak olan arkadaşı gelmiştir ama o sebebini bilmediği bir şekilde telaşlıdır. sanki bir yerlere geç kalmış gibi hızlı hareket eder. hızlı hareket ettikçe de eli ayağına dolaşır. arkadaşı hemen müdahele eder;
sibel; zeynep neyin var?
zeynep; bir şeyim yok! anahtarlarımı gördün mü?
sibel; nasıl bir şey yok? elin ayağına karıştı?
zeynep; abartma sibel! eve geç kalmayayım diyorum, daha yemek yapıcam!
sibel; neyi abartmayayım, anahtarlar gözünün önünde sen anahtar arıyosun.
zeynep; aaa! burdaymış, ya söylesene niye arattırıyosun?
sibel; hay allah ım akıl fikir ver bu kıza!
zeynep; neyse sana kolay gelsin, gittim ben!
sibel; bi haller var sen de ya neyse! dikkatli git.
zeynep; hadi hoşça kal!
.....
zeynep hızla evin yolunu tutar. oturdukları ev iş yerine yakındır ve otobüse para vermektense yürümeyi tercih eder zeynep. eve yaklaştığında kapı önünden uzaklaşmakta olan, mahalleden arkadaşı gülay ı görür ve seslenir.
zeynep; gülay! gülay!
gülay; nerdesin be canım! gel bi öpeyim kız özlemişim!
zeynep; ya ben de özledim seni! ne zamandır görüşemiyoruz.
gülay; ben hep burdayım ama sen çıkmıyosun ki dışarı.
zeynep; ya sorma, iş güç işte. ev de bana bakıyo biliyosun.
gülay; evet. ne diycem ben sana; akşama alıyorum seni de çıkalım bi dolaşalım. benim liseden arkadaşlar toplanıcaklarmış. eski günlerin hatırına. oraya gitcem, sen de gelirsin benle.
zeynep; ya ben tanımam ki kimseyi, sıkılırım orda. sen git güzelim be.
gülay; ya yalnız bırakma işte beni. ben de zaten çoğunu hatırlamıyorum. celil söyledi bana da.
zeynep; peki madem, ama çok geç kalmayalım, sabah işe gidiyorum biliyosun.
....
ahmet, celil i arar;
-celil, ben ahmet!
+buyur ahmet.
-saat kaç gibi orda olacaksınız?
+valla heralde 7-8 gibi orda oluruz.
-eee, saat zaten 6:45.
+ben çıkarım şimdi hemen giderim oraya. araç var mı sende?
-yok, ben bi otobüse atlar gelirim.
+ya yolumun üzerindesin, alırım ben seni. hadi hazırlan geliyorum ben.
-iyi madem, ben hazırım zaten. bekliyorum.
.....
zeynep evde yemek hazırlarken saatin nasıl geçtiğini bile anlamamıştır. babası ve abisi gelmiş, yemek yemişler ve odada tartışmaktadırlar. o sırada zeynep saate bakar ve geç kalacağını düşünür.
hemen gülay ı arar;
-gülay?
+evet. zeynep sen misin?
-evet. geliyo musun? bak beni almadan gitme. ben bilmiyorum orayı.
+tamam, ben çıkıyorum şimdi alırım seni. hazır mısın sen ?
-ya daha yeni sofrayı topladım ama sen gelene kadar hazır olurum.
+tamam hadi vakit kaybetme o zaman. görüşürüz.
-tamam, görüşürüz.
....
zeynep babasından izin istemek için salona geçti;
-baba.
+hıı.
-baba ben bu akşam gülay la dışarı çıkıcam. izin verirsin di mi?
+git kızım git. ama bak çok para harcamayın.
-yok baba. para harcamıycaz. belki çay içeriz.
+bana para bırak da öyle çık. yarın faturaları yatırayım ben.
-baba bu ay...
+yok mu paran?
-var baba, çantamdan alırsın.
.....
gülay kısa bir süre sonra kapının önüne gelir. zili çalar. zeynep kendince makyaj yapmaya çalışmış ama yüzündeki makyaja alışık olmadığı için aykırı görüp silmeye karar vermişti. yüzünü temizlerken gülay gelmişti. abisi gülay a kapıyı açmış ve içeri almıştı. gülay odaya geldiğinde zeynep in yüzüne bakıp; "çok güzelsin sen kız" diyerek imrenmeyle bakmıştı. zeynep bir anda alışık olmadığı aldığı için iltifatın utancını yaşadı. daha sonra çıktılar ve yola koyuldular. yolda gülay zeynep i uyarmaya çalışıyordu.
-bak kızım, erkek milleti kurttur. kuzu olduğunu belli etme. daha cin fikirli biri gibi davran, kolay lokma olmadığını bilsinler.
+gülay saçmalama. yemezler beni merak etme.
-ben erkek olsam kaçırırdım seni deli. şu güzelliğe bak.
+abartma gülay.
-yok be vallahi abartmıyorum.
....
gülay ve zeynep buluşma yerine vardıklarında , ahmet ve celil henüz gelmemiştir. ahmet evde celil in gelmesini beklemektedir. celil de evden çıkıp berbere saçını taratmak için gitmiştir. ahmet celil i tekrar arar ve nerde olduğunu sorar. celil de aceleyle berberden çıkar ve ahmet in evinin yolunu tutar. çok geçmeden eve varır. bir kaç kez kornaya basar. ahmet perdeyi aralar ve eliyle "geliyorum" der gibi bir işaret yapar. biraz sonra ahmet bahçe kapısından çıkar ve uzun ve hızlı adımlarla yaklaşır ve biner arabaya. yola çıkarlar.
zeynep ve gülay içeride girişin hemen sağ tarafında duvara en yakın masada oturmaktadırlar. gülay tanıdığı arkadaşlarının yanlarına gidip dolaşırken zeynep masada tek kalmıştır ve etraftaki diğer erkeklerin bakışlarından da rahatsız olmuştur. içerisi çok sıcak ve bunaltıcıdır. biraz canı sıkılır ve yanından geçen garsona bayanlar tuvaletinin yerini sorar. sonra da tuvalete gider. amacı elini yüzünü yıkayıp rahatlamaktır.
bu sırada cemil ve ahmet mekana varırlar. celil aracı parketmesi için ahmet e rica eder ve hızla kapıda gördüğü eski arkadaşının yanına koşar adım gider. ahmet araç için uygun bir yer bulana kadar herkes gelmiştir. ahmet de genel tanışma anını kaçırmamak için hızla içeri gitmektedir. bu sırada zeynep de tuvaletten çıkar ve bir anda ahmet le karşılaşırlar. ahmet duvara vuran bir araba gibi olduğu yerde çakılı kalır. zeynep ahmet'ten daha şaşkındır. elindeki kağıt havluyu dışardaki çöpe atacakken cebine koymuştur o anda. sonra "pardon" der ahmet, hayatında en zor konuştuğu an olan bu anda. "önemli değil. ben özür dilerim asıl" der zeynep. arkasını döner ve içeri doğru yönelir. tam bu esnada ahmet bir anda hayatının bir yarısının içerde bir diğer yarısının da kendinde olduğunu farkeder. vücudu artık kontrolünden çıkmıştır. sanki o dışardan olanları izlemektedir. bir anda zeynep e seslenir;
-hamfendi, bi saniye!
zeynep bir anda şaşkın ama içinde garip bir huzur ve umutla geri döner;
-efendim, buyurun?
+ben içerdeki partinin oldukça sıkıcı olacağını düşünüyorum ve anladığım kadarıyla siz de burda pek mutlu değilsiniz.
-o kadar mı belli oluyo?
+isterseniz dışarda bir çay bahçesi var. hemen 50 metre aşağısı ve deniz kenarında, çok güzel bir yer.... çay içmek isterseniz? ... yani... birlikte... bi çay...
zeynep iyi biridir ve ahmet in daha da zor durumda kalmasını istemez. ahmet de yakışıklıdır aslında. ama kendine bakma konusunda biraz eksiktir. zeynep ahmet in şaşkınlığını saflığına yorumlar ve bir an ahmet in gözlerine takılı kalır. bu sırada ahmet in teni tamamen al al- mor mor olmuştur. zeynep bu anı bozmak istemese de bir anda şunu söyler;
+ben çantamı alıp geliyorum hemen.
-peki, der ahmet.
zeynep içeri doğru yürürken ahmet ardından bakar ve "işte hayatımı adayacağım kız bu" der. heyecanını yatıştırmaya ve eski doğal rengine dönmeye çalışır. bir iki kez derin derin nefes alır verir. zeynep gülay a haber vermeden çantasını alır ve çıkar. gülay masaya döndüğünde zeynep i yalnız bıraktığı için kızıp gittiğini düşünür. celil de arabasını emanet ettiği arkadaşının içeri gelmediğini anlayınca korkmaya başlar. kaza mı yaptı acaba diye aklından geçirmeden edemez.
ahmet zeynep le, bahsettiği çay bahçesine gider. zeynep sadece çay içmek istediğini söyler. ahmet garsona seslenir ve eliyle "2 çay" diye işaret yapar. sonra ahmet hayatından bahsetmeye başlar, zeynep de çekinmeden tüm hayatını detaylı bir şekilde özetler oracıkta.
sohbet sırasında saatin farkına varmazlar. zeynep saati farkettiğinde eve geç kaldığını düşünür ve telaşlanır. aceleyle ahmet ten özürler dileyerek masadan kalkar. ahmet saat geç olduğu için evine kadar eşlik etmek ister. zeynep de gerçekten korkmuştur ve kabul eder. eve doğru yola çıkarlar.
ahmet in cebinde taksiye verecek parası yoktur. celil in arabasının anahtarı cebindedir. ama o anahtarı da arabayı da unutmuştur. zeynep durumu anlar ve "yürüyelim, olmaz mı?" der. ahmet bu anlayışlı kızın ağzından çıkan her kelimede biraz daha aşık olmaktadır zeynep e. yol çok çabuk biter. evin önüne geldiklerinde saat iyice geç olmuştur. zeynep çantasında anahtarlarını ararken ahmet de bir daha görüşmek için ne yapması gerektiğini düşünmektedir. zeynep e "seni tekrar görebilir miyim?" diye sorar. zeynep de çalıştığı marketi tarif eder ve böylece büyük bir aşka atılan ilk adımların gerisi gelecektir....
.....
devam gelebilir... -
fokur fokur yazarlarının yazdığı kısa öykülerden oluşur. şöyle ki:
taksimde tarihi bir bina
kafamda kurduğum şeyi gerçekleştirmek için istiklal'de bir aşağı bir yukarı yürüyordum. kafamda nasıl ve nerede yapacağımın planları dönüp duruyordu. o kadar dalmışım ki hemen arkamdaki tramvay kendini zille fark ettirmeseydi herhalde planlarımı gerçekleştiremeden ölürdüm. köhne bir bina arıyordum. şöyle eski, kullanılmayan veya içine rahatlıkla girebileceğim bir bina. artık planı kafamda oturtmuştum bunu kesinlikle yapmalıydım. solumda ki büfeden 5 bira alıp biraz ilerideki kapısı aralık tarihi binaya doğru yürümeye başladım.
çatıya açılan kapı ilk başta açılmamakta dirense de biraz zorlamayla, kanırtarak açtım.5 kat çıkmak biraz yormuştu beni. kapıyı kapatıp yaslandım. cebimden bir sigara çıkartıp yaktım. terasın balkon kısmına doğru yaklaştım. 5. kat olmasına rağmen bayağı yüksek gözüküyordu. ayaklarımı pervazdan sarkıttım ve gelip geçenleri izlemeye başladım. 3. birayı açtım. ortalık yavaş yavaş hareketlenmeye başlamıştı.
saat 23.54. cumartesi gecesi için biraz fazla kalabalıktı sanki bu akşam. punk'çı gençler, varoş semtlerden karı düşürürüz umuduyla gelen kırolar, kendini mc zanneden yeni yetme ergenler, ağır ağabeyler, torbacılar, orspular, pzevenkler hepsi aynı yerde birbirlerinin yanından geçiyorlardı.
bana hissettiklerini ilk defa bir arabesk şarkı sözü ile söylemiştin. bir ayrılık şarkısı seç / sessizce çal benim için. kısa ve anlamlı bir sözdü. ayrılmak için son kez buluşmuştuk zaten seninle. yani bu son buluşmamızdı. karşımda oturmuş bana bakarken eskisi gibi gözlerinin içi gülmüyor, hastanede işe girdiğinden beri görüşmemek için bahaneler yaratıyordun bana. bu son bir aylık süre içinde beni kendinden uzaklaştırmak için elinden geleni yapmıştın. en sonunda başka birisine tutulduğunu söyledin. bana "seni seviyorum aşkım ama" ama dan sonrasını sana söyletmedim. hayır lafını bitirmeni de istemiyorum. çünkü ama kelimesi kendisinden önce kurulan cümleyi hükümsüz kılar. başka sözün varmı dediğimde ise yüzüğü çantandan çıkartıp masaya bırakıp gitmiştin.
hassiktir ya. birisi beni fark etti. baksana yanındakine burayı işaret ediyor. biraz acele etmeliyim. elimde ki biraya baktım yarımdan biraz daha aşağıdaydı. başka biram kalmamıştı. fondip yapıp şişeyi aşağıya bıraktım. parçalanan şişe bende bir hoşluk yarattı. tek varlığımın sen olduğunu bildiğin halde 14 şubat gibi özel bir günde bırakıp gitmiştin beni. parçalanan şişe dikkatleri tümden bana çekmişti. telefonumu cebimden çıkartıp onu da bira şişesinin yanına gönderdim. telefonum aşağıya doğru süzülürken ekranın ışığı yanmıştı. ya mesaj yada çağrı gelmişti. aşağıdakiler yavaş yavaş bu tarihi binanın etrafına toplanmaya başlamışlardı. kimse yukarıya seslenmedi, fakat kendi aralarında yukarıdan bunları kimin attığının tartışması yapıldığını az buçuk duyabiliyorum. ama emin olmalıyım. ellerimden destek alarak kendimi biraz daha öne ittim. başımı öne eğip ağırlığımı boşluğa doğru verdim.
uçabiliyordum artık. ama bu kısa sürecekti.
** -
böyle mi olmalıydı yoksa böyle değil miydi.... öykünün başlangıcı bilmiyorum, ama şunu biliyorum ki. öykü o nehrin kıyısında başladı, belki aylardan mart'tı belki de nisan, ne fark eder ki,ikisi de güzel aylardır bir çocuk için..
parlak çayırların biraz uzağındaydı o nehir, çayırlardan biraz daha ileride tütün tarlaları seçilebiliyordu,ve tabi o tarlalarda çalışan mavi önlüklü kadınlar da - belki de ona geçen gün şeker veren o yaşlı kadın da onların arasındaydı,ama bilemezdi ki bunu,çok uzaktaydı o kadınlar - evet, bir çocuk var bu öyküde,o nehrin kıyısında ayaklarını
kıyıdaki çamura batıra batıra -ve bundan belki de inanılmaz zevk alan- gezinen sıradan bir çocuk.. (arada bir hayranlık dolu bakışlarını nehrin karşısındaki fabrikanın heybetli bacalarına diken ve sonrasında tekrar çamura batıp çıkmaya devam eden bir çocuk bu öyküye nefes veren..) anne ve babası ondan biraz uzakta oturup birşeyler konuşurken,çocuk o nehrin kıyısında oturdu biraz,amacı balıkları görebilmekti -ne yazık bilmezdi ki, karşıdaki o fabrikanın artıkları bütün balıkları öldürmüştü çoktan-. bir sürü balık görmek istiyordu, renk renk olsunlar istiyordu ama bir türlü göremiyordu o balıkları,sadece karanlık gölgeler vardı suyun içinde -ilk başta korktu ama sonradan alıştı o gölgelere- gölgelere dikkatli baktıkça renklerinin de aslında aynı olmadığını anladı, daha iyi görebilmek için suya daha da yaklaştı,ve biraz daha..
.ellerinde balçık dokunuşları hissetti,ve ılık suyun tadını..
gözleri açıldı,tam burnunun dibinde altına benzer parlaklıkta bir balık gözlerini dikmiş ona bakıyordu,gözlerini bir kez kırpması ile balığın hızla uzaklaşması bir oldu -ne kadar da hızlı yüzüyordu- sonra nefes alması gerektiğini hatırladı,ama önce başını suyun dışına çıkarması gerekiyordu, en basit içgüdünün verdiği hızla başını sudan çıkardı, ve -o kısa- ömrü boyunca aldığı nefeslerin en derinin aldı..
şimdi daha iyi hissediyordu sanki.. sadece gökyüzünü görüyordu -o kuşu daha önce hiç görmemişti,ne de büyük kanatları vardı- gözlerini kırptı..
yavaşça doğruldu yerinde -üstünde 1980 moskova olimpiyatlarının amblemi bulunan mavi şortu çamur içindeydi,annesi onu muhtemelen cezalandıracaktı bu düşüncesiz hareketinden dolayı- etrafına baktığında şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaktı, az önce -evet bir kısa an önce- bulunduğu yer değildi burası, rüya gördüğünü düşündü çocuk,ve siyah beyaz bir rus filminde gördüğü bir numarayı denedi, kendini cimdikledi,tiz bir çığlık atınca rüya görmediğini anladı -neyse ki çok acımamıştı canı- çocuk adım atmak istiyor ama ölesiye korkuyordu bundan,sanki ayaklarını bastığı o küçük toprak parçası onu bu yabancı dünyanın bütün kötülüklerinden koruyacak gibi geliyordu.
burada birşeyin eksik olduğunu fark etti birden,annesi yoktu -ve babası- neredeydiler onlar?gözleri doldu çocuğun,ve içinden gelen o isteğe karşı koyamayıp hıçkırıklara boğuldu.evet,annesini istiyordu o -ve babasını- , çok korkuyordu. gözyaşları yanaklarının üzerinde kurumaya yüz tutmuşken bir ses duydu.
"-naram, buraya gel, kaçma, bizden saklanamazsın!"
çocuk bir anda ne yapacağını şaşırdı, aklına hemen saklanmak geldi -bu kıyı ne kadar da elverişliydi saklanmak için- hemen tümseklerden birinin ardına attı kendini,ve başını hafifçe tümseğin üzerinden çıkardı,sesin nereden geldiğini kestirmeye çalışıyordu,ta ki o iri yarı çocuğun ayakları altında kalmaktan kıl payı kurtulana kadar,korkudan neredeyse kalbi yerinden çıkacaktı,ama neyse ki kimse onu fark etmedi.
onu neredeyse ezmek üzere olan o çocuk nefes nefese kalmıştı,ardında başkaları olduğu seziliyordu..
"-naram!" dedi çocuk -bunu neden yaptığını bilmiyordu,ama onu anladığını sanıyordu,ne de olsa onun da başı naram'ın peşindekiler gibi çocuklarla dertteydi- naram, başını çevirdi, nefes almakta zorluk çekiyordu, alnı ve yüzü ter içindeydi, "gel, saklan yanıma" dedi çocuk, naram kısa bir tereddüt anından sonra onun yanına saklandı, ikisi de başlarını kuma gömen deve kuşları gibi saklandılar tümseğin ardına.
kalabalık ayak sesleri geçip gitti önlerinden.
-sessizlik-
naram, çocuğa sanki bir vahşiye bakarmış gibi bakıyordu -çocuk vahşileri de biliyordu,ne de olsa pazar günleri öğlende televizyonda izlediği kovboy filmlerinde onlardan çok vardı- ama neden naram çocuğa bir vahşiymiş gibi bakıyordu, asıl vahşiye benzeyen oydu, üstünde sadece vücudunun belinden dizlerine kadar olan kısmını örten bir kumaş parçası vardı, ayakları da çıplaktı üstelik -ayaklarının görüntüsü, çocuğun bir alt sokağında yaşayan çingenelerin ayakları gibiydi,çamur içindeydi.. çocuk onları severdi, annesi onu korkutmak
için "biz seni onlardan alıp evlat edindik" derdi ama çocuk çingeneleri severdi... -
temmuz sonu ağustos başı ..
gece saat 01.00 suları. 3 kız dışarıda dolaşırken bir araba yanlarına yaklaşır. kızlar hafif tebessümle kibarca reddeder. farklı bir şeyler sezer kızların içinden biri. farklı gözler,farklı bakışlar,sanki farklı hisler... istemese de bütün gün düşünür ,bütün gece... bir daha gelseler evet diyebilcek miyim diye düşünür.o an gelir.der evet , arabaya binip giderler bara. eğlenilir sabahın ilk ışıklarına kadar.çorbalar içilir , telefonlar verilir.. 2 hafta nasıl geçti bilinmez.akşam üstüne kadar plajda yapılan sohbetler,gece yapılan mangallar,hamakta titreyerek içilen kahveler,bir an için dans edilen o ilk müzikler..
memlekete gelir her iki tarafta , yaz aşkı olarak kalmamasını umut etseler de her şey belirsizleşmeye başlar.kız aşık olur.ya da aşkın tanımını bilmediği için aşık oldum sanar fakat kapılmaya başlamıştır bile.bir mesaj yıkar ortalığı sadece iki damla gözyaşı titreyen eller akmış bir makyaj bırakır geride ...
' seni sevmeye çalıştım yapamadım.biraz zamana ihtiyacım vardı çünkü aynı senin gibi birini tanımıştım ,aşık olmuştum.unutamadım. sakın yanlış anlama unutmak için seninle oyalanmadım sen çok iyi birisin çok masumsun çok tatlısın ama yapamıyorum kusura bakma olur mu? '
yaz aşkı olarak kalmamasını umut etseler de öyle hatırlanır. evet yaz aşkıdır. bu böyle değil diye ısrar etseler de 'yaz aşkı' olarak kalmıştır. *