arkadaşı satma cümlesidir. yakalanma anında sarf edilir. "seni tanıdılar, ben kaçıyorum. bak sorguda beni bi satarsan içerden çıktığımız gün gebertirim seni!!" şeklinde tehditle güçlemndirilebilir. ama genelde siz arkadaşı sattığınız için polisler bu durumu psikolojik olarak kullanır ve bir şekilde ağzından lafı alırlar.
entry'ler (55) - sayfa 4
-
seni tanıdılar ben kaçıyorum
-
beni bırakın
levent yüksel'in med cezir albümünde yer alan bir şarkısı.
yüreğim sokaklarda eskiyen taşlar gibi
duruyorum duruyorum
iniyor perde gecenin koyu rengi
korkuyorum korkuyorum
sustu haykıran şehir son kuşlar
havalandı oysa ben seni
seni seni bekliyorum
eksildi ömrümden kimbilir kaçıncı gün
oysa ben seni seni seni seni hala
seviyorum seviyorum
beni bırakın beni bırakın
beni bırakın bu caddelerde
beni bırakın beni bırakın
yıkılan eski meyhanelerde. -
siz kaçın ben onları oyalarım
nice filmde, nice kahramanın sonunu hazırlamış cümledir.
-
fokur fokur benim için bitmiştir
(bkz: beni tanıdılar siz kaçın)
-
beni tanıdılar siz kaçın
savaş ve macera filmlerinin vazgeçilmezi replik. oyuncu rakipi tarafından tanınmıştır kaçmak onun için artık imkansızdır. çevresindekileri uyarırır. *
-
beni tanıdılar sen kaç
sözde kahraman kişinin yanındakini kurtarma amaçlı feryadı.
ya da..
(bkz: beni tanıdılar siz kaçın) -
fokur fokur dedikoduları
fokur fokur yazarlarının özel hayatlarının nasıl olduğu cevabını verir.
(bkz: insanın gözlüğü karakterini yansıtırmış) -
sevgililer gününde sözlükte sürtmek
sanal sözlüklerde yazar adı altında faaliyet gösteren bireylerin makus talihi. en azından benim tanıdıklarımın neredeyse hepsi öyle. hiç birinin sevgilisi yok. buna rağmen azıcık insan içine karışsınlar diye sırf nezaketen o gün gerçekleşecek bir partiye davet ettiğimde; "ayy bilmem ki şimdiii bak kararsız kaldım şurdan çağırdılar. falanca arkadaşın evinde toplanıyoruz." şeklinde sahte cevaplar alıyorum. ya canımın içi kimi kandırıyorsun sen? o gün seve seve olmazsa, sike sike buradasın işte. biberin yeşil olduğunu, ege bölgesi'nde dağların kıyıya paralel uzandığını yazarak harcayacaksın vaktini. kuyruk sokumunuzun gölgesinde beliren benliğinizi inkar ederek nereye varmak istiyorsunuz bir bilebilsem.
aralarından bazıları da küçücük beyinleriyle yaptıkları ufak hesaplar çerçevesinde, sevgililer gününde sözlüğe girmeyerek sevgilisi varmış imajı yaratmak isteyecekler. bundan adım gibi eminim. ulan komplekslerinizin boyutu alp himaleya sıra dağları'nı hatta insanlığı bile aştı be. aynı dünyada yaşamıyor muyuz biz? hakikaten siz kimi kandırmaya çalışıyorsunuz? o günü ve geceyi burnunuzdan çıkan sümükleri yuvarlatıp top haline getirip sağa sola yapıştırarak geçireceğinizi bilmiyor muyuz? kabul etseniz de etmeseniz de siz busunuz. kimsenin götü tavan yapmasın. -
sevgilisine ayaklarını yıkatamayan erkeğimsi
sağlıklı bir ilişkinin ritüellerinden birisi olmalı ayak yıkatmak. kadınların bu kadarcık basit bir fonksiyonunu bile işlevsel hale getirememiş erkeğin, elini alnına koyup ciddi ciddi düşünmesi lazım. hem yarattığı otorite boşluğunu hem de kendisi içi ufacık bir fedakarlığı çok gören partnerinin sevgisindeki samimiyeti.
"ben çağdaşım, uygar toplumlarda kadın erkeğin kölesi değildir... bık bık bık" geçin bu zavallı tekdüze sözcükleri. bu kadar kompleks yapmanın anlamı yok. alt tarafı leğende ılık suyla ayak bir çift ayak yıkanacak. bu şekilde hem kendi gururunuzu okşar hem de sizi saygıyla hoplatan erkek arkadaşınıza mutlak iradeyi yaşatır, erkekliğine değer verdiğinizi belli edersiniz. atla deve değil yani.
bütün sevgililerine ayaklarını yıkatmış birisi olarak açıkçası ayak yıkama ritüelini görmezden gelen erkeklerin kompleksli, cinsel eğilimi normal olmayan kimseler olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. ayaklarımı yıkamayan hatunu kolay kolay hoplatamam. zoraki bitse de gitsek havasında belki. sanırım normal erkekler öyledir. -
sanat için soyunmak
çıplaklık algısı ve toplumun bu bakışı yani tabularıyla manasızlaşan eylem.
ayrıca geçen gün yaptım ben bunu.
evde canım sıkıldı geçtim boy aynasının karşısına başladım soyunmaya ülkemizdeki sanat açlığının tezahürünü hissetmek zor değildi atleti fırlatıp atarken kaldı ki doyumsuzluklarla beraber üzerimdekileri büyük bir şevkle çıkarıyordum. bir ara aynada kendime baktım, aristokrat ve entellektüel bir duruşa sahip olan insanların çıplaklık algısı ve yorumunun bu denli düz bir insana da ait olabileceğini düşünmezdim, sonra sokrates geldi aklıma doğru bilginin doğuştan geldiğini idda eden o adam düşmüştü. ona hak vermek bir yana sokrata dair bir şeyler bildiğimin farkına varınca entellektüel yanım komboya bağlamışcasına x2 x3'lerle çarpıldı, büyüdü gözümde... ışıkları görebiliyordum, başımda bir tarafı hafif öne eğilmiş güz rengi kasket, boynumda alabildiğine uzun atkım ve dünyanın her köşesini arasanız dahi bulamayacağınız sikkolukta kahverengi bir ayakkap ve tabi kızlar... kasketimle ve atkımla beraber ağzımda bir şeyler geveliyorum.. ne yığın toplumlarda demokrasi yanılgısı ve modernite aşağılaması mı ? aman tanrım. bu benim. "ne aman tanrım mı ?" vay anasını sikim değişime bak.. süperim lan ben, işte buyum.. gümmm. yıkılıyor herşey, kayboluyor ve giderek uzaklaşıyor. ellerimi uzatıp onları tutamıyorum çünkü baş parmaklarım lastiğine geçirilmiş vaziyette donda, bir yandan soyunurken çoktan dona gelmişim.
anladım ki benim için çıplaklığın manasal varlığının en büyük -ve etken sayılır ölçütü dondu ve sırf bu yüzden üzerime eğilen tüm entellektüel hava uçup gitmişti ve bittabi kızlar.. başka bir hayal eğiliyordu ağırdan, zaman durmuş gibi, hayaller büyümekte olan bir çiçek kadar ağır ama görüntü gayet net hatta hd kalitesinde hamağa koyum o halde kesin kötü...
said kıraathanesindeyim..
hava yağmurlu, pencereler rüzgarla sallanıyor ve bir yandan dam akıyor. "lan yörü damı olan kıraathane olur mu lan ?" demeyin hayal bu amk .. neyse dört kişiyiz. rıfkı, ben, faruk ve godzilla. hayal dedim ya arkadaş. kırathanenin en ıhtı yerine geçmiş batak atıyoruz. godzi maça onlu atıp "gızı yatır da doyak" diyor rıfkı'ya. rıfkı'dan karşılık geçikmiyor "gızım yok papazım var seni sikmeye hakkım var" kendi çapında felsefik sayılabilecek bu laftan sonra sıra bana geliyor, elimde alır hiçbir kart yok "la zaten iki parça goz var ne çekipdurursunuz göt naneleri" diyorum. yıldo ve rte gülüyor karşıdaki masadan "ne naneee mi kafadan kopardın" karşılık vermedksizin başımı sağa doğru hafifçe çevirip cıklıyorum. o ara faruk "atsana olm satranç mı oynuon amık o yim" diyor keskin bir küfürle bana dönüyor ve nedense birden gülmeye başlıyor.. "ne var lan" diyorum, "don paçasın olm" diyor. "sanat için" diyorum, dehşet dolu gözlerle bakıyorum anlamasını umarak, anlamıyor. "sanat lan" diyorum yine anlamıyor. tüm kahve bana odaklanmış ve dediklerimi anlamaya çalışıyor. üzerimde sadece donla masanın üstüne çıkıp " sanat için ahali sanat" diyorum. fısıldaşmalar başlıyor.. biri aradan bir yerden soruyor "nee batak mı ?". sinirleniyorum, "ne batağı sanat sanat" diye avazım çıktığı kadar bağırıyorum.. duyulmuyor.. ilgileri kesiliyor giderek, siklemiyorlar.. zaten birkaç kişi masasına geri dönmüş ve oyunlarına devam ediyor.
kabus..
bir küfür sallayıp elimdeki kartlara bakıyorum.. yarak gibi. sonra diyorum bu hayali bitir, muz.. bitir. hayalimden alayını siktir edip gerçek hayata dönüyorum ki o ara telefon çalıyor godzi'ymiş arayan "olm gece hesap atıoz batak yapacuk" diyor, direkt suratına kapatıyorum...
aynaya bakıyorum.. benzim solmuş, göz kapaklarım on kasım bayrakları gibi yarıya inmiş. "aristokrat" diye bir şey geçiyor kapının önünden, siklemiyorum..
madem yarı çıplak donlayım, bari adam akıllı bir şeyler yapayım.. sokrates'in amunyum.. annemlerin odasına gidip eski bavulun içinden babamın dambıllarını alıyorum ve abimin kartel kasedini takıp "evdeki ses" şarkısını açıyorum. dambıllarla boy aynasının karşısında terli ve göbeği özerklik eden vücudumu izlerken kızları düşünüyorum, mide kaslarıma yumruk atan kızlar..
evdeki ses, kes stres yapma...
hepimiz eğlenmeye geldik buraya..