mahallenin delikanlı, pos bıyıklı ağabeyi süper mario ile fasulye sırığından tırmanmamış, 8 in 4 ündeki şifreyi çözememiş varoşun varoşu ezikler... şimdiki yetişen neslin tamamı böyle nerdeyse... eş cinsel tandanslı counterstrikelar, halflifelar, bot atmalar, head shotlar, ortaçağ fantazileri kokan knight onlinelar v.s... sayarken bile içim gıcıklandı... mesir manzumeye dayanan post modern bir estetik içeren retorik kullanmak gerekirse; ibişler
bilmiyorum ya. böyle bir nesil yetiştiğini bilmek istemiyorum daha doğrusu. bozulan atari kolunun kablolarını kesip tekrardan bağlayarak izola bantla bantlamamış, oyun konsolunun iç mekanik aksanın bihaber olan nesil fikri bana yapay zeka ütopyası gibi geliyor.
" thank you mario but princess is in another castle." yazısını seneler sonra çözdüğümde, kiril alfabesini öğrenmenin yarattığı tatlı huzuru, nörön uçlarımdan futursuzca salgılanan; asetilkolin, seratonin, dopamin sayesinde doyasıya yaşamıştım... bu duygu anlatılmaz yaşanır derler ya aynen öyle. akrabalar geleceği zaman atariyi saklama telaşı, "adaptör patladı.", "kol bozuk.", yalanları çocukluğumun en beyaz yalanlarıydı... ensesini kokladığım, tatlı şirin bir uslupla öptüğüm, mahallenin en güzel kızlarına bile söylerdim bu yalanları hiç çekinmeden. atari oynamak için eve davet eder, işi evciliğe dökerdim. evin neşesi çocuk olmalı, fikrinden yola çıkarak çeşitli haylazlıklara kalkışırdım orası ayrı tabi.
offf hani derler ya anlatılmaz yaşanır. beni daha fazla konuşturmayın. sizde çocukken atari oynamamış insanın, tüm bedenine sinmiş zavallı ruhu hissedin. bir özellikleri daha var; hapşırırken asla iki gözünü birden kapatmazlar... bu da benden size bonus.
entry'ler (63) - sayfa 4
-
çocukken atari oynamamış zavallılar
-
biz
1. çoğul şahıs.
-
biz büyüdük ve kirlendi dünya
ben kuşlardan da küçüktüm bir gece vaktiydi....
gece miydi gündüz müydü hatırlamıyorum beyazdı her yer, yeni yağmış kar gibi tertemiz bembeyaz tüylü bir kedi gibi... o beyazlara özenirdim hep, bir gün benim de beyaz elbiselerim olacak derdimbembeyaz yarınlarda giyilecek....
hiç de uzak değildi bu fikir küçüktüm daha çok küçüktüm yalanlarım da hatalarım da bildiklerim de çok küçüktü ama karşılıyordu umutlarımı, tatmin ediyordu mutsuzluklarımı....
hayallerim vardı ıslanmamış bembeyaz, gök vardı deniz vardı savrulmuş siyahlıklarla kirlenmemiş, henüz masmavi, çiçekler vardımor mor gözümü alamadığım, fazlasıyla hem de... bana da yetiyordu arkadaşlarıma da kavga etmiyorduk, kıskanmıyorduk birbirimzden.
nasıl oldu ne bitti anlıyamadan bembeyaz yarınlarım yavaş yavaş esmerleşti ben gibi, dünya gibi , hayat gibi...
her yıl eylüle geldikçe takvimden kopardığım yapraklarla birlikte umutlarımı, mutluluklarımı da koparttım yerine hayal kırıklıkları ekleyerek...
çok şey öğrendim mesela doğru ve ters orantı diye bir şey varmış bilir misin sen? dur bak anlatayım çok basit sen büyüdükçe yıllar seni alıp götürdükçe hayallerin, umutların,güvendiklerin, arkadaş dediklerin azalıyor, dert,mutsuzluk, kaygı, yediğin kazıklar artıyor... buna da doğru orantı diyorlar senden bir şeyler gittikçe yenileri ekleniyor işte... ters orantıya gelince hiç geçmeyeyim şimdi ona onlar bu hayatta çıkarcılara, kurnazlara yarayan bir yöntem bir şey vermesen de alıyorsun nasıl oluyorsa....
eskilreden geçmişten bir yerlerden kulağımı bir söz tırmalamıştı o zamanlar anlıyamadığım küçüğüm daha çok küçüğüm dediğim zamanlar işte şimdi anlamama gerek kalmadı birebir yaşıyorum sen de duy şimdiden birgün inanrısın, elbet sen de çıkacaksın merdivenlerden yükseklere, geçmişten geleceğe...
bütün renkler hızla kirleniyordu
önceliği beyaza verdiler -
değişmeyen tek şey değişimin kendisidir
dünyanın değişimden ibraret bir şey olduğunu ve herşeyin değişeceğine delalet eden cümle.
-
çocukken her şey daha mı güzeldi
çocukluğun saflığından mıdır bilinmez, nedense o zamanlar her şey daha bir güzeldir. eskiyi yad eder insanoğlu...eski bayramlar, eski günler....yeniye ulaşmayı isteyen insanoğlu hep eskinin özlemini içinde taşır. nedendir bilinmez bu böyledir. halbuki aynı insanoğlu değişmeyen tek şey değişimin kendisidir gibi özlü lafları da sayıklamıştır.
madem değişecek her şey, gün gelecek eskiyecek tüm yeniler neden bu özlem? imkanımız olsa hep eskiye dönmek isteriz, misket oynayan, dizleri yaralı, üstü inceden kirli, ayağında terlikle ortada gezinen o halimiz; şimdilerde olduğumuz halimizden hep daha çekici gelir.
en güzel aşklarımız eski aşklarımızdır, en güzel yemekler eskiden yediklerimizdir, zaten biz büyüdük ve kirlendi dünya... inatla da kirletmeye devam ediyoruz... -
her genç kızın rüyası
unutulmaz reklam sloganı.
cevabı singer dikiş makinası. -
çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar
bir şebnem ferah şarkısıdır.
öyle şeyler söyleyebilmek isterdim ki anlatabilmek
her kelimesi seni çeksin saklasın bir yerlerde; derin
öyle şeyler gösterebilmek isterdim ki resmedebilmek
rüzgar olmak isterdim ki eseyim etrafında; serin
bu bir rüya bu bir dua
ne dersen de, öyle olsun
rüzgara karşı uçmaya çalıştım
gözlerim kapalı seni aradım, seni aradım
körebe oynar gibi
el yordamıyla, sezgiyle
çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar
onlar da senin gibi çok tatlıydılar ama;
canımı yakardılar
acıtırdılar
öyle bir ilaç bulabilmek isterdim ki kurtulabilmek
aşka dair bıraktığın korkulardan ama yaram çok, derin
bıçakla keser gibi kesip atabilmek bütün her şeyi
kesebiliyorsan ruhumu, dene; duygularımı, yüreğimi; beni -
çocukken yapılan abukluklar
çocukluk dönemlerinin ne kadar sancılı geçtiğinin bir göstergesi sayılabilecek abukluklar ve buna bağlı subukluklardır. örneğin ;
şampiyonlar ligine katılan takımları teker teker eş kesilmiş kağıtlara yazıp katlamak, aynı şekilde torbalara yerleştirerek kendi kuralarını çekmek. bununla kalmayıp takımları o an oynanması en uygun eleme oyunlarıyla elemine edip, 2.tur çeyrek final yarı final final giderek şampiyon takımı seçmek. bunu yaparken de galatasaray' a büyük bir iltimas geçmek. *sonra tekrar kura çekimine dönmek bir süre sonra geçen yılların istatistiğini tutmak.
(bkz: çocukken uydurulan oyunlar) -
başlık
entrynin içinde tanım amaçlı kullanıldığında entrynin silinmesine sebep veren kelime.
-
sıkıntı
şahıs tarafından istenmeyen bir durumla karşı karşıya gelindiğinde, düşüncesel faktörlerin verdiği tepkimeyle vücudun içine düştüğü metafiziksel hastalık.*
-
yazar
yorum yeteneği olan kişidir. kullandığı dil yani seçtiği kelimelerle doru bir şekilde düşünceyi anlatabilme yeteneği yüksek kişidir. bu yüzdendir herkes yazar olamaz.
tek bir konu üzerinden sürekli temcit pilavı gibi aynı şeyleri çevirip çevirip değinen kişi yazar değildir. uzun uzun , paragraflar halinde konu anlatımına giren , süslü kelimeler kullanan kişiler ille yazar değildir. zor zanaattir yazarlık. her an herkese verilecek bir sıfat olmamalıdır. -
açacak başlık bulmakta sıkıntı çeken yazar
gizli eş cinseldir diye bitirsem on numara olur mu acep. hahaha yok olmasın taklitçi olmayalım değil mi? efenim, yaz mevsiminin uzaklaştığı, kışın yüzünü gösterdiği şu günlerde fokur fokur'a daha fazla zaman ayıran ama nedense başlık açma konusunda kabızlık çeken yazardır.
ilkokulda yaz tatilinde ne yaptınız konulu kompozisyonları yazamayan öğrencidir bunlar. yazın bir şey yapmamıştır ki neyi yazsın. hah işte o öğrenci büyüyüp kocaman adam olup da sözlükte yazar olunca da tıkanıp başlık açamaz. başkalarının açtığı başlıklar altına bir şeyler karalarlar anca.
gündemi takip ediniz efenim, kitap okuyunuz. hiç olmadı herkesin ak dediğine kara deyin brukerist olun. sözlüğün selebritisi olursunuz hiç olmazsa. -
kavga
sözle başlayan tartışmanın fiile dönüşmesi.
iki insan arasındaki samimiyetin doruğa çıktığı an. şöyle ki; iki kişi biraraya gelir. o kadar sinirlenirler ki işte kıyamet o zaman kopar. dayak yemenin de verdiği artı bir etkiyle, biri diğeri hakkında ne hissediyorsa, ne biliyorsa ortaya döker. böylece herkes karşısındakinin kendisi hakkında tam olarak ne düşündüğünü öğrenmiş olur. gerçi bu durum en fazla 2 dakika sürer. ardından taraflar bir daha görüşmemek üzere ayrılırlar. -
çözüm
bir sorunun çözülmesinden alınan sonuç. netice.
-
hayır
reddediyorum, istemiyorum gibi anlamlarda kullanılan söz.
ayrıca arapça'da iyilik manasına da gelir.