• kah sevinç, kah hüzün, kahtalı mıçıdır..

    genelde lise yıllarında yapılır bu iş. sevginin gerçekten sevgi olduğu, değerin gerçekten bilindiği zamanlar.. bir kızı/erkeği sevmişsinizdir hepiniz. o sevdiğiniz, duruşuna, bakışına hayran olduğunuz kız/erkeğin her an neler yaptığını görmek istersiniz. ayrı sınıflardaysanız, beden dersleriniz çakışsa, bahçede beraber olsanız, sizden mutlusu yoktur. ders programlarının dağıtıldığı gün hemen koşar sizinkinden önce onunkine bakarsınız. acaba beden derslerimiz aynı saatlere denk geliyor mu diye. sevginin en masum yaşandığı zamanlardır onlar. aynı sınıftaysanız pek sorun yok, zaten bütün gün berabersiniz. ama ayrı sınıflardaysanız, o zaman işiniz zordur. iki çeşit tepki geliştirirsiniz bu kendi kendinize oynadığınız dedektifçilik oyununda.

    a) sevdiğinizin her hareketini hayra yormak.

    bu işin en güzel tarafıdır. aslına bakarsanız sevdiğiniz ile ilişkiye başlamanızdan bile daha zevklidir bu. teneffüste onun peşinden dolaşırken, yavaşladığını hissedersiniz. 'aha benim için yavaşladı lan' dersiniz, sevinirsiniz. kantin sırasında yer verirsiniz, teşekkür eder içiniz kıpır kıpır olur. veya sadece bir bakış atar. o bakış, gece yastığa başınızı koyduğunuzda ve gözlerinizi kapattığınızda her gözünüzün önündedir. uyuyamazsınız, aşkların en masumunu yaşarsınız. çok şanslısınızdır.

    b) sevdiğinizin her hareketinden kıl kapmak.

    işte bu tam bir işkencedir. kıskanmaktan, ucuz dedektiflik oyunlarından sevmeyi unutursunuz. teneffüste bir erkek ile mi konuştu, aha ece erken'in kocası oldunuz hemen. diğer teneffüs hemen konuştuğu herifin yanına gidersiniz, 'aranızda bir şey mi var lan?' diye hayvanlık yaparsınız. genelde bunu hayvanlar yapar. eğer dışarıya hiçbir şey yansıtmamaya kararlıysanız, şüphe sizi öldürür. mesela ben; ben hiç gidip 'acaba şunun çıktığı var mı' diye sormadım arkadaşlarından birine. hep kendim gözlemledim onu. teneffüste hep arkasındaydım, bir erkekle buluşacak mı diye. kantinde hep önündeydim, yerimi vereyim, başkasına teşekkür etmesin diye. bir de kendinize göre kurallar oluşturursunuz.

    telefonu elinden düşmüyorsa kesin sevgilisi vardır.
    öğleden sonra okuldan kaçıyorsa kesin sevgilisine kaçıyordur.
    iki gün okula gelmediyse kesin evlendi.

    bir gün servis ile okuldan eve dönüyoruz. benim platonik aşkım çıkardı son model cep telefonunu tıkır tıkır bir şeyler yazıyor. 'aha' dedim, 'sıçtık..'. 4 koltuk arkasından kafamı uzatıyorum yazdığını görebilmek için, yok görünmüyor. zerre hazzetmediğim bir kız vardı tepemde, 'gel yerime otur' dedim. 'niye?' dedi. 'sen sor diye' dedim. ahaha, ne salakça cevap şu 'sen sor diye.' kalıbı.

    neden?
    sen sorasın diye.

    saçmalık.. neyse yanımdaki herife kesikti bu karı, biliyorum. can evinden vurdum, hemen geçti yayıldı benim koltuğa. öne doğru yürüdüm, acaba benim platonik son model telefonuyla ne yazıyor diye. son model telefon dediğim de 6600 lan.. ilk çıktığı zamanlar. anahtar kelime arıyorum çektiği mesajda. 'aşkım, cnm, kuşum, svglim' falan yazarsa camdan atlayacam, öyle planıyorum. yanındaki kız 'kime yazıyosun' diye sordu, 'anneme' diye cevap verdi benimki. bir rahatlama, bir rehavet, genç turkcell'li sen hayal et.. öyle derin bir nefes aldım ki şöför bile 'noluyor lan' diye arkasına döndü.

    bu da böyle bir anımdı. neyse, bu her hareketten kıl kapmak paranoya getirir beraberinde. yemeden içmeden keser, yapmayın.

    ama yine de, yaşanmakta olan son masum duygulardır onlar artık. sevmek kelimesi anlamını yavaş yavaş kaybetmeye başlar büyüdükçe.. kızın/erkeğin birinin peşinden maymun gibi koştuğunuz günlerin tadı kalır damağınızda..