• entrym, omzu kıllı olduğu için tatile gidemiyor diyenlere ithaf olunur.. ya da olunmaz, bana ne lan. tanımla giriyorum;

    şimdi açıklayacağım sebeplerden dolayı, çok harika bir şeydir. açıklıyorum şimdi sebepleri, iyi dinleyin.
    şimdi bir kere, plajdaki tek türk olunca, plajdaki bikinili rus, ingiliz, alman, hindu her türlü turist senin oluyor. senden başka bakan olmuyor. senden başka kimse bakmayınca, rahat oluyorsun yani anlatabildim mi?
    bir de su değdi mi dikleşen meme uçları yok mu.. ahh ne güzel bir şey. böyle plaja serpilmiş voleybol oynuyorlar, tahrik ede ede birbirlerini sıvazlıyorlar. ve hepsine bakıyorsun anlıyor musun? kadınların hepsini senin gözlerin görüyor.
    rocco siffredi'ye süper bir rakip oluyorsun. 10 saat erekte kalıyosun. öyle güzel bir şey ki, anlatamam.

    diye bir tanım yapılabilir. fekat, izzet altınmeşe'nin bu tanım hakkındaki yorumunu almak için, izzet altınmeşe'ye bağlanıyoruz. söz sende izzet, nasıl oldu tanım? kızlar falan bizim değil mi?

    izzet caps lock/on ile cevaplıyor;

    'nah!!!'

    evet, izzet altınmeşe'nin yorumu bu yönde. yani diyor ki; kadınlar falan değil mevzu. mevzu derin. ergenekon'a kadar gider bunun ucu diyor.

    ben de altta kalmıyorum tabii. izzet altınmeşe'nin bu savını desteklemem gerek.

    (ilk paragrafı okuyup 'ıyy abazan' efekti ile direkt eksi basan arkadaş, olacaksın biliyorum. önyargılı olmamanı öneririm ben nacizane.)

    şimdi devam edelim. ne demiştik izzet ile birlikte? 'ilk tanım gerçek dışı.' evet, bunu destekleyeceğiz.

    bunu desteklemek için kendime içindeki tek türk olabileceğim bir plaj buldum ve yerleştim. gözlemlerimi aktaracağım izninizle.

    öncelikle, bu turistler'e türkler nasıl öğretilmiş bilmiyorum ama müthiş bir önyargıları var bize karşı. ne gibi önyargılar? şöyle söyleyeyim, plaja girdim, etrafa baktım, türk yoktu. nereden anladım? titreyen bir şezlong yoktu diyelim, anlayın.

    şimdi bunların kafasında çizdikleri türk portresi şöyle; 'türkler tecavüzcüdür. uzak durun.' evet, aynen böyle bir portre çizmişler. gidip bir şezlong'a yerleştim. nereden anladılarsa bir şekilde benim türk olduğumu anladılar. üstsüzler hemen havlularını sardılar vücutlarına, altsızlar kendilerini kuma gömdüler, giyinikler ise soyundular. onlar gerizekalıydı sanırım.

    neyse, lan elimde kitap var, uzanıp okuyacam. çevremde bu giyinme hengamesini görünce merak ettim, kafamı kaldırdım, baktım. birisi haykırdı;

    'sarah, he's looking at you! please run away girl!'

    ne oluyor lan demeye kalmadan sarah koşarak uzaklaştı. gidip anlatmak geldi içimden, ben abaza değilim demek geldi, diyemedim. hayır sanki ben meraklıyım onların memesine, kalçasına. yine onlara öğretilmiş türk portresine çıktı yolumuz. evet, onlar benim öyle olduğumu sanıyorlardı.

    sonra denizde çırpınan bir şey gördüm. hemen tişörtümü çıkardım ve denize doğru koşmaya başladım. çevrede cankurtaran bulunmadığından mütevelli, bu ulvi görevi ben üstlenmiştim. arkamdan bir haykırış daha;

    'stop! he's a virgin, please don't rape him!'
    him lan! bildiğin him. boğulan denyonun cinsiyeti 'male'. benim ne işim olur elin tüysüz gavur tıfılıyla? herifin hayatını kurtarayım diye koşuyordum. vazgeçtim, gebersin gavat dedim. gebermedi, kurtardılar. ben tekrar döndüm şezlonguma uzandım. bakışları ile adeta beni bıçaklıyordu bu turistler. kaşla göz arasında aldım-verdim yapmışlar, sevgili olmuşlardı. sırf ben sarkmayayım diye. hey güzel allahım, 'çirkinsiniz kızaam, suratınıza köpek işemez sizıın'
    diyemiyorum. serde erkeklik var, kendimi tutuyorum.

    sonra bi salak geldi. türk olduğumu anlamıştı, benimle dalga geçecek idi. bana dedi ki;

    'i run each tin me?'

    bir filolog edası ile başımı kaldırdım, o salağı süzdüm. tüysüz, sarı bir şeydi. alman olmalıydı. zira alman espri anlayışı ile yaklaşmıştı bana. filolog edası ile kaldırdığım başım ile ona bakar iken sakince sorusunu yanıtladım.

    'each team.' dedim. ve ekledim; 'why are you making such nonsense jokes? the can me but the, see can me war?'

    cevab veremedi. başını eğdi ve gitti..

    sonra, ansızın karar verdim, turist olduğuma inandıracaktım onları. aldım elime eski model olması nedeniyle utanç duyduğum telefonumu, dayadım kulağıma.

    'hi!' dedim. sahil boyunca kulağımda telefon ile yürüdüm. 'hi!, haay!, hay hay' diye gezdim boydan boya. inanır gibi oldular. american english konuşuyordum çünkü.

    artık bakışları ile taciz etmezler dedim, şezlonguma geri döndüm. kitabımı açtım, okumaya dalmışım. o anda yine bir haykırış;

    'there's a turk sleepin' over there. there, over there!' battle for middle earth'de aragorn'un haykırışına benziyordu bu 'there, over there!' sözü.

    nasıl olduysa anlamışlardı benim türk olduğumu. meğer okuduğum kitap nihal atsız'ın kitabıymış. bi saniye lan, nerden geldi elime bu kitap? ben bunu okumuyordum olm. ayrıca i'm not sleeping öküz. hasiktir, kapalı telefona 'hi!' çekmeye dalıp yanlış plaja gelmişim..

    plajdaki tek türklük devri bitmişti artık. bir sürü türk'ün olduğu bir plajdaydım. ama plajdaki tek türklük döneminden izler hala yüreğimdeydi. allahım, o nasıl paranoyaydı öyle. o nasıl öfke, o nasıl rustu. bi sn, tasvirde hata oldu. o nasıl öfke, o nasıl kindi. (eş anlamlı oldu ama sktret.)

    hemen izzet altınmeşe'nin dediği gibi mevzunun derinine inmeye karar verdim. plajdaki tek türklere olan bu kinlerinin kaynağı neydi? araştırıp bulmalıydım.

    çok türklü plajda çiçekli mayom ile önce bir gerindim, daha sonra denize koşup girdim. gözüme çarpan ilk şey denize işeyen bir salak olmuştu. salak diyorum, çünkü en sığ yerde indirmişti pantolonunu gerizekalı. dipteki kum tanelerini sayabildiğimiz yerde denize işiyordu.

    'napıyosun lan! kirletmesene olm denizimizi pis turist!' dedim.
    'sorry, ah sorry. pls sorry, i'm english years old. plase don't wear me. don't you piss sorry. ah englishmaaann' diye hıyarlaştı.
    'aha yaktı devreleri gebeş.' dedim ve daha iç kısma doğru açılmaya başladım.

    orada çağrı vardı. evet çağrı. yanında da bir rus kız vardı. rus musun diye sormadım, kıçımdan atıyorum. ama kendini rus hissediyormuş gibi geldi bana.
    çağrı, uzun saçlı, küpeli, güneş gözlüklü bir gençti. küpe ve güneş gözlüğü temel fiziksel özellikleri olmasa da, denizin ortasında vücudunda oldukları için bu ayrıntıları aktarmaya karar verdim. denize güneş gözlüğüyle giriyordu o.. çağrıydı adı.. konuşmalarına isteyerek kulak misafiri oldum. çünkü ben, türklere neden önyargı beslendiğini araştırmak için kendim tarafından görevlendirilmiş çok gizli bir ajan idim. hayalgücümü skim.

    çağrı ile kızın diyaloğunu aktarıyor izzet altınmeşe şimdi size;

    - haloo (telefonla konuşuyor sanki ayı)
    + hii. (hiimış. yesinler.)
    - how old are you?

    bla bla..

    bla bla kısmında sadece 19 dedi ve ingiliz olduğunu söyledi. ama bence o rustu, çağrıyı kekliyordu.

    bla bla bitince çağrı şöyle dedi;

    - we have a house here. (evet, çağrı, bizim küpeli, güneş gözlüklü çağrı house diyordu.)
    + mihihi. house ha? (bu salak da dalga geçti çağrıyla.)

    sonra çağrı didi ki; 'can we go somewhere else' didi. eh, bi zahmet denizin ortasında filizlendirmeyin aşkınızı diyecektim, diyemedim. meğer bizim çağrının niyeti başkaymış. kız didi ki; 'where?' didi. çağrı da didi ki; 'baar, cafe (evet, çağrının pronunciation'una hayran kalmamak elde değildi.) or.. hımm' tıkandı salak. bar ve kafeden başka gidilecek yer biliyordu ama ingilizce karşılığını bilmiyordu.

    'be öküz' dedim. 'iki kelime ingilizce biliyosün, ne skime kızı götürüyosün yemek yemeye?'

    evet, çağrı gibiler bizim hakkımızda öyargı oluşması için çalışıyorlardı. kendim tarafından kendime verdiğim gizli ajanlık görevime bir de ahlak polisliği görevi ekledim. hemen rus kızın babasını buldum.

    'your daughter will be a woman if you don't call her back!' dedim. inanamıyorum nasıl demiştim onu öyle..
    'really? it's wonderful' dedi.
    'fuck your stomach.' dedim. 'stomachless denyo.' diye ekledim.
    'what?' dedi. sktir lan dedim ve bunu tırnak içinde söylemeye bile lüzum görmedim. o derece sinirlenmiştim.

    hemen kıyıya doğru yüzdüm. terk edecektim bu plajı. o sırada gözüme az önce sığ yerde denize işeyen salak takıldı.

    'memet, gel olm su çok güzel' diyordu. türkmüş meğer. ben de diyorum neden gerizekalı gibi ingilizce konuşuyor bu..

    çağrı o kıza o gece tecavüz etmiş, haberi geldi. sokayım, kurtarmaya çalışmıştım..

    evet, kötü şöhretimiz hızla yayılıyordu.

    neler görmedim ki o bir günde. bikini giysem bana bile bakarlardı. o yavşak turistlere de hak verdim. bi kısım gavatlar ebemizi zkiyorlardı, kötü şöhretimize kötü şöhret ekliyorlardı. ama yine bu kadar önyargı da ayıptı.

    'gelmeyin ulan o zaman' dedim gayriihtiyari. 'tecavüzden korkuyorsanız kuyruk sallamayın, bakışlarınızı dikecekseniz gidin kendi ülkenizde yüzün!' otel müdürü tekmeleyerek çıkardı beni otelden. o da bi yavşaktı zaten..

    yeter ulan dedim, vurdum kendimi denize. plajdaki tek türk olmak ne kadar zormuş meğer. ne çileliymiş o şezlongda kitap okumak. ne eziyet vericiymiş bana dikilmiş bakışlar..

    rodos'a yüzmeye karar verdim. yarıyolda kimi gördüm? deniz baykal. çiçekli mayosunu giymiş rodos'a yüzmeye çalışıyordu adam. içimde beliren kafasını suya batırıp birkaç saat o pozisyonda kalabilmek isteğini hızla defettim. elimi deniz baykal'a bulamayacaktım.

    bir daha da plajda türk yoksa o plaja girmeyecektim. ben de insanım zira.

    deniz rodos'a varmış mıdır acep?