• saygıdeğer fokur fokur katılımcı sözlük yazarları, sevgili okurlar ve ikinci nesil yazarlar, mesafelere aldırış etmeksizin aynı ritimle çarpan asil yürekler ve kirkor, halamın hepinize selamı var.

    sözlerime başlamadan önce kafanızdaki soru işaretlerinizi gidermek adına mevzuyu kabataslak anlatmak, sizleri biraz olsun rahatlatmak istiyorum. fakat hepsinden önce, sizinle samimi bir itirafımı paylaşmayı diliyorum sevgili dostlar; aslında kafanızda soru işareti varmış, 'ne diyor ki şimdi bu la bu?' gibi sorular soruyormuşsunuz, zerre umrumda değil. lafı uzatmaktaki amacım şudur; konuya nasıl gireceğimi daha önce defalarca yaptığım gibi hiç düşünmedim, bodoslama açtım başlığı. satırların sayısı çoğaldıkça bir önceki satırda yazdıklarımı unutuyorum ve çok afedersiniz kaybediyorum kendimi, paragrafın genişlemesinin verdiği gazla ölesiye dans ediyor parmaklarım klavyenin üzerinde. bir süre sonra bu kaybediş zevk vermeye başlıyor, bir bakmışım konuya girmişim.

    henüz çocukluk dönemimde yaşadım popüler insan tanıyan çocuklarla imtihanımı. oldukça sancılı geçen bu süreç boyunca 'x abi şöyle iyi, y abi böyle güzel, z abi bana böyle dedi' tarzı muhabbetlerin kıskançlıktan kendini kaybeden çocuğu rolünü oynadım, defalarca. karşımda küçük dünyamın rol modelleriyle olan hususi münasebetini ballandıra ballandıra anlatan yaşıtlarıma nazaran daha şanssız olduğumu düşündüm hep. mahalle maçları olsun, çeşitli cipslerin içinden çıkan çeşitli incik boncukla oynanan masum kumarlar olsun, hepsinin yıldızıydım. bir sinsi gibi tek bilyeyle çıkardım sokağa, tek bilye dikerdim yere, eldeşliği arkadaşım orçun'dan otlanırdım. şansım yaver giderse ne mutlu, tek bilyelik sermayemi 5'e, 10'a katlayıp dönerdim evime. keza mahalle maçları. sağdan atıp soldan geçmeler, çeşitli şempanze figürleriyle bezeli gol sevinçleri ne ararsan bendeydi. ama maç bittikten sonra ben hep ikinci plandaydım.

    salih..
    salih vardı, rüyalarımda hep salih'i görüyordum. karşıma geçiyor bana o zaman taparcasına sevdiğim burak kut'u anlatıyordu. 'oğlum' diyordu, 'burak kut bizim çok yakın bir akrabamız. her gün gider geliriz birbirimize, annem kek yapıp gönderir hep.' çık hayatımdan salih.. rahat bırak beni. yorganın altına girdiğimde chris crocker gibi hissediyordum. 'leağğve meğ aloğğğnne!!' diyordum. aslında sahil burak kut'u tanımıyordu. salih'in tanıdığı en ünlü kişi mahallemizde terör estiren, terbiyesiz evladı serhat idi. serhat, istese hepimizi dövebilecek kudrette, her daim kel ve koca bir kafayla gezen, babasının pakedinden sigara çalıp arka mahallede öksüre tıksıra içmeye çabalıyan bir likantrop idi. minik kalplerimize ektiği korku tohumları ister istemez ona saygı duymaya itiyordu bizi. istediği bisikleti alıp gezmeye gider, istediği çocuğun elinden çikolatasını, gofretini alır, istediğini de döverdi. ne hikmetse dövmek istediği hep ben olurdum. sürekli beni döverdi. ama severdi de. bir keresinde bana 'delikanlı adamsın sen birader' demişliği bile vardır. 'iyvalla abi. sana layik olmağa çalışıyoruz' demişliğim vardır benim de. serhat'a layık olmak.. şimdi düşününce çok saçma geliyor. serhat hapiste çünkü.
    işte salih, bu serhat'ın kardeşiydi. tanrım, aynı kanı taşıdıkları o kadar belliydi ki.. ikisi de morondu mesela. doğal seleksiyon denen şeye tapıyorlardı zira hayatta kalmalarının yegane sebebi buydu. onlar güçlüydü, biz değildik. yıldızlaştığım maçların ardından üstlerimizdeki terli penyeleri çıkarır, bir ağacın dibine tüneyip salih'in serhat'ı anlatışını dinlerdik. serhat'a dair en özel bilgileri edinen çocuklar çıldırırdı adeta. onun geçen akşam babasından yediği dayağı ağızları bir karış açık dinlerlerdi. dinlerdim. hey gidinin serhat'ı, senden büyük baban var..

    sonra biraz daha büyüdük, okullara gitmeye, yeni insanlar tanımaya, yeni hayatlara kıyısından köşesinden sızmaya başladık. heyhat, orada da buldu beni bu kimseyi tanımama, anlatacak çok az şeye sahip olma ezikliği. öğretmenlerimize kapı komşusu olan çocuklardan öğretmenlerimizin evinde hangi televizyon programının izlendiğini dinledik, imrendik, müdürün arkadaşı bir babaya sahip olan çocuğun öznesi müdür olan anılarını dinledik, hayret ettik.. hep dinledik. sadece dinledik. onlar popülerdi, biz değildik. dün yayınlanan pokemon bölümünde ne olup bittiğinden herkes haberdardı, fakat müdürün çocuklarının devasa oyuncak robotlarını kimse bilmiyordu. anlatacağım tek konu da böylece önemini kaybediyordu. dinliyordum hep.

    biraz daha büyüdüm. lise, üniversite, çeşitli yerlerde çeşitli şekilde kurulan arkadaş grupları. hepsinin bir yerlerde tanıdığı vardı. lisede hüseyin vardı mesela. yeni turgutluspor'un ofansif orta saha oyuncusu, gözümüzde dünyanın en iyi futbolcusu statüsüne sahip 10 numara deniz'i tanıyordu. deniz'i futbol topuyla dans ederken izlemek için ezilme pahasına girdiğimiz maçları, kafamızda biriken çekirdek kabuklarını, literatürümüze subliminal message olarak sokulan ağza alınmayacak küfürleri hatırlıyor, hüseyin denen adamın deniz'le bizzat muhabbet ettiği gerçeğini hazmedemiyorduk. nasıl edecektik ki? hüseyin durmaksızın anlatıyor, biz bıkmaksızın dinliyorduk. hüseyin çok popülerdi..

    benim hiç tanıdığım yok muydu dostlar? arkadaş ortamında anılarımı aktaracağım, masanın yıldızı olacağım bir ünlü sima yok muydu hayatımda? vardı elbet. kenan doğulu.. gelgelelim kenan doğulu'yu kimse tanımıyordu o zamanlar. kenan büyüdü, ünlü biri oldu, bu sefer de 'hadi len' dediler bana. kimse dinlemedi kenan falan.

    annem elimden tutmuş 'gel gezmeye gitcez' diye çekiştiriyordu küçücük bedenimi. 'gelmem ben, atari oynucam' diye ayak diretiyordum boyuma posuma bakmadan. fakat annem kurnazdı, annem sinsiydi 'gel bak ev sahibi teyze pasta yapmış' dedi, beni can evimden vurdu. direnişi anında kestim, şanlı davamı hiç düşünmeden sattım ve tin tin yürümeye başladım. gittiğimiz evde kapıyı uzun saçlı bir oğlan açtı. üniversiteye gidiyormuş, arkadaşlarıyla müzik yapıyormuş. kenanmış adı. annesi oğlunu öve öve bitiremiyordu. ne kenanmış arkadaş. herif herif değil yarı tanrı yarı saç. öyle çünkü, saçı beline kadar vardı. kenan ise iltifatları sessizce, ufak gülümsemelerle kabul ediyor, annemin, babaannemin ve komşumuz handan'ın 'tu tu tu maşşallah' tükürüklerinden kaçmak için bir sağa bir sola yalpalıyordu. 'hadi çocuğu odana götür orda oynasın' dedi annesi, elimden tuttu, odasına götürdü beni kenan. doğulu kenan. çok sıradan bir odası vardı. fakat az önceki mütevazı, bir koyun kadar uysal kenan nerdeydi? karşımda bir canavar duruyordu sanki. saçları dev bir ahtapotun kolları gibi yüzüme düştü, huylandırdı beni. 'bana bak lan' dedi bana kenan, 'ses yapma yoksa yersin dayağı'. bana bunu neden yaptın kenan? napmıştım ben sana? ayrıca içerde annem vardı, sıkıyorsa döv bakalımdı. dövseneydi lan. dövsene! bir süre sonra annesi seslendi içerden, çıkıp gitti. kenan'ın loş odasında, leş gibi sigara kokan odasında yalnız başımaydım. vücudumun hacmi yatağın altına girmeye müsaitti. orada gördüğüm bir parıltıya uzanmak için yatağın altına girdim, bir süre sonra kayboldum içerde. ışığa doğru çılgıncasına hareket ediyor fakat ilerleyemiyordum. ah kenan, sen ne pis bir adamdın. bir süre sonra ayağımın kenan'ın karyolanın altına tıkıştırdığı sırt çantasının omuz askısına takıldığını farkedip kendimi bu tuzaktan kurtarmış, ter içinde yatağın altından çıkmıştım. artık dünya daha yaşanılabilir bir yerdi benim içim. çıplak kadın resimli dergilerini buldum kenan'ın, hiçbir şey ifade etmediler bana. kapattım ben de.

    biraz daha büyüdüm sonra. kenan da büyüdü. hayatıma giren tek ünlü kişi. popüler olmam için yeteri kadar popüler olmayan kenan..

    geçenlerde reklamlarda gördüm, canı sıkılıyormuş. aradım, sevgilisi falan terketmiştir, alayım da dışarıya çıkarayım bizim kenan'ı dedim, açmadı telefonu. parayı buldun bizi unuttun kenan. belliydi zaten, çok ikiyüzlü bir çocuktun sen.

    uu, konuya girmeye çalışırken saat gece yarısını bulmuş.. sanırım hala giremedim ve sanırım hala tanım yapmadım.
    hepimiz genç olduk dostlarım, hepimizin hayatının bir evresinde oldu bu ilişki. olayın ya iyi tarafındaydık, ya da kötü. ben kötü tarafındaydım. bu ilişkiydi beni magazine küstüren. hiç anlatmadım arkadaşlarıma hepsinin tanıdığı biriyle geçirdiğim keyif dolu dakikaları. ve kimse -5-6 kişiden fazla kimse- ağzı açık dinlemedi beni. bu ilişkiydi beni bitiren. şimdi üniversitedeyim. yine hissediyorum bunun eksikliğini.

    'ben cafer'i tanıyorum, çok iyi çocuk, mabbeti de güzel' demeye mecalim yok artık. 'ebet' diyor herkes, 'iyidir cafer.' bir ünlü gelsin tanışsın benle. (tercihen bayan)(tercihen güzel bir bayan)(tercihen zayıf ve güzel bir bayan)

    (tercihen tuba büyüküstün değil)

    koskoca entryi hiç küfür etmeden bitirmenin haklı gururunu iliklerime kadar hissediyorum ammına koyayım.