entry'ler (78) - sayfa 2

başlık listesine taşı
  • köpekler gibi sevmek

    söyleyenin bakışlarından doğru olup olmadığı anlaşılan eylem. muhtemelen yalandır. ama bu tür gönül olaylarında neden hep köpek benzetilen olur, merak konusudur.

    (bkz: köpekler gibi özlemek)

  • köpekler gibi özlemek

    çok özlemek anlamında kullanılır ama neden köpek? köpek hayvanı çok özleyen bir hayvan mıdır, özledi mi kendinden mi geçer bilmiyorum.

  • köpekler gibi sevgiye muhtaç olup çaktırmamak

    güçlü kadınların en büyük yanılgısıdır. gücü kadın egemen bir toplum olarak algılarlar, erkeklerine kavanoz açtırmazlar falan. sevdiklerini de belli etmezler. ama erkek gidince de kendi içlerinde patlarlar. gitme demezler haşa! onlar güçlü. ben gibi, sen gibi, biz gibi.

  • kısa mesaj gönderdikten sonra numarayı çaldırmak

    mesajın karşı tarafa ulaştığından emin olmak isteyen bünyenin davranışıdır. bir de demezler mi ''çaldırınca mesaj daha çabuk gidiyor'' diye. *

  • playstation dili ve edebiyatı

    kendine has cümleleri ile dikkat çeken , vurucu edebi metinlere sahip dil.

    + ekmeğe göndermek
    + bakkala göndermek
    + feyk yemek
    + lamba gibi gol atmak
    + basmak
    + yarmak
    + çocuğu 2. kola vermek

    gibi.

  • ünlü birini tanımak ve popülarite ilişkisi

    saygıdeğer fokur fokur katılımcı sözlük yazarları, sevgili okurlar ve ikinci nesil yazarlar, mesafelere aldırış etmeksizin aynı ritimle çarpan asil yürekler ve kirkor, halamın hepinize selamı var.

    sözlerime başlamadan önce kafanızdaki soru işaretlerinizi gidermek adına mevzuyu kabataslak anlatmak, sizleri biraz olsun rahatlatmak istiyorum. fakat hepsinden önce, sizinle samimi bir itirafımı paylaşmayı diliyorum sevgili dostlar; aslında kafanızda soru işareti varmış, 'ne diyor ki şimdi bu la bu?' gibi sorular soruyormuşsunuz, zerre umrumda değil. lafı uzatmaktaki amacım şudur; konuya nasıl gireceğimi daha önce defalarca yaptığım gibi hiç düşünmedim, bodoslama açtım başlığı. satırların sayısı çoğaldıkça bir önceki satırda yazdıklarımı unutuyorum ve çok afedersiniz kaybediyorum kendimi, paragrafın genişlemesinin verdiği gazla ölesiye dans ediyor parmaklarım klavyenin üzerinde. bir süre sonra bu kaybediş zevk vermeye başlıyor, bir bakmışım konuya girmişim.

    henüz çocukluk dönemimde yaşadım popüler insan tanıyan çocuklarla imtihanımı. oldukça sancılı geçen bu süreç boyunca 'x abi şöyle iyi, y abi böyle güzel, z abi bana böyle dedi' tarzı muhabbetlerin kıskançlıktan kendini kaybeden çocuğu rolünü oynadım, defalarca. karşımda küçük dünyamın rol modelleriyle olan hususi münasebetini ballandıra ballandıra anlatan yaşıtlarıma nazaran daha şanssız olduğumu düşündüm hep. mahalle maçları olsun, çeşitli cipslerin içinden çıkan çeşitli incik boncukla oynanan masum kumarlar olsun, hepsinin yıldızıydım. bir sinsi gibi tek bilyeyle çıkardım sokağa, tek bilye dikerdim yere, eldeşliği arkadaşım orçun'dan otlanırdım. şansım yaver giderse ne mutlu, tek bilyelik sermayemi 5'e, 10'a katlayıp dönerdim evime. keza mahalle maçları. sağdan atıp soldan geçmeler, çeşitli şempanze figürleriyle bezeli gol sevinçleri ne ararsan bendeydi. ama maç bittikten sonra ben hep ikinci plandaydım.

    salih..
    salih vardı, rüyalarımda hep salih'i görüyordum. karşıma geçiyor bana o zaman taparcasına sevdiğim burak kut'u anlatıyordu. 'oğlum' diyordu, 'burak kut bizim çok yakın bir akrabamız. her gün gider geliriz birbirimize, annem kek yapıp gönderir hep.' çık hayatımdan salih.. rahat bırak beni. yorganın altına girdiğimde chris crocker gibi hissediyordum. 'leağğve meğ aloğğğnne!!' diyordum. aslında sahil burak kut'u tanımıyordu. salih'in tanıdığı en ünlü kişi mahallemizde terör estiren, terbiyesiz evladı serhat idi. serhat, istese hepimizi dövebilecek kudrette, her daim kel ve koca bir kafayla gezen, babasının pakedinden sigara çalıp arka mahallede öksüre tıksıra içmeye çabalıyan bir likantrop idi. minik kalplerimize ektiği korku tohumları ister istemez ona saygı duymaya itiyordu bizi. istediği bisikleti alıp gezmeye gider, istediği çocuğun elinden çikolatasını, gofretini alır, istediğini de döverdi. ne hikmetse dövmek istediği hep ben olurdum. sürekli beni döverdi. ama severdi de. bir keresinde bana 'delikanlı adamsın sen birader' demişliği bile vardır. 'iyvalla abi. sana layik olmağa çalışıyoruz' demişliğim vardır benim de. serhat'a layık olmak.. şimdi düşününce çok saçma geliyor. serhat hapiste çünkü.
    işte salih, bu serhat'ın kardeşiydi. tanrım, aynı kanı taşıdıkları o kadar belliydi ki.. ikisi de morondu mesela. doğal seleksiyon denen şeye tapıyorlardı zira hayatta kalmalarının yegane sebebi buydu. onlar güçlüydü, biz değildik. yıldızlaştığım maçların ardından üstlerimizdeki terli penyeleri çıkarır, bir ağacın dibine tüneyip salih'in serhat'ı anlatışını dinlerdik. serhat'a dair en özel bilgileri edinen çocuklar çıldırırdı adeta. onun geçen akşam babasından yediği dayağı ağızları bir karış açık dinlerlerdi. dinlerdim. hey gidinin serhat'ı, senden büyük baban var..

    sonra biraz daha büyüdük, okullara gitmeye, yeni insanlar tanımaya, yeni hayatlara kıyısından köşesinden sızmaya başladık. heyhat, orada da buldu beni bu kimseyi tanımama, anlatacak çok az şeye sahip olma ezikliği. öğretmenlerimize kapı komşusu olan çocuklardan öğretmenlerimizin evinde hangi televizyon programının izlendiğini dinledik, imrendik, müdürün arkadaşı bir babaya sahip olan çocuğun öznesi müdür olan anılarını dinledik, hayret ettik.. hep dinledik. sadece dinledik. onlar popülerdi, biz değildik. dün yayınlanan pokemon bölümünde ne olup bittiğinden herkes haberdardı, fakat müdürün çocuklarının devasa oyuncak robotlarını kimse bilmiyordu. anlatacağım tek konu da böylece önemini kaybediyordu. dinliyordum hep.

    biraz daha büyüdüm. lise, üniversite, çeşitli yerlerde çeşitli şekilde kurulan arkadaş grupları. hepsinin bir yerlerde tanıdığı vardı. lisede hüseyin vardı mesela. yeni turgutluspor'un ofansif orta saha oyuncusu, gözümüzde dünyanın en iyi futbolcusu statüsüne sahip 10 numara deniz'i tanıyordu. deniz'i futbol topuyla dans ederken izlemek için ezilme pahasına girdiğimiz maçları, kafamızda biriken çekirdek kabuklarını, literatürümüze subliminal message olarak sokulan ağza alınmayacak küfürleri hatırlıyor, hüseyin denen adamın deniz'le bizzat muhabbet ettiği gerçeğini hazmedemiyorduk. nasıl edecektik ki? hüseyin durmaksızın anlatıyor, biz bıkmaksızın dinliyorduk. hüseyin çok popülerdi..

    benim hiç tanıdığım yok muydu dostlar? arkadaş ortamında anılarımı aktaracağım, masanın yıldızı olacağım bir ünlü sima yok muydu hayatımda? vardı elbet. kenan doğulu.. gelgelelim kenan doğulu'yu kimse tanımıyordu o zamanlar. kenan büyüdü, ünlü biri oldu, bu sefer de 'hadi len' dediler bana. kimse dinlemedi kenan falan.

    annem elimden tutmuş 'gel gezmeye gitcez' diye çekiştiriyordu küçücük bedenimi. 'gelmem ben, atari oynucam' diye ayak diretiyordum boyuma posuma bakmadan. fakat annem kurnazdı, annem sinsiydi 'gel bak ev sahibi teyze pasta yapmış' dedi, beni can evimden vurdu. direnişi anında kestim, şanlı davamı hiç düşünmeden sattım ve tin tin yürümeye başladım. gittiğimiz evde kapıyı uzun saçlı bir oğlan açtı. üniversiteye gidiyormuş, arkadaşlarıyla müzik yapıyormuş. kenanmış adı. annesi oğlunu öve öve bitiremiyordu. ne kenanmış arkadaş. herif herif değil yarı tanrı yarı saç. öyle çünkü, saçı beline kadar vardı. kenan ise iltifatları sessizce, ufak gülümsemelerle kabul ediyor, annemin, babaannemin ve komşumuz handan'ın 'tu tu tu maşşallah' tükürüklerinden kaçmak için bir sağa bir sola yalpalıyordu. 'hadi çocuğu odana götür orda oynasın' dedi annesi, elimden tuttu, odasına götürdü beni kenan. doğulu kenan. çok sıradan bir odası vardı. fakat az önceki mütevazı, bir koyun kadar uysal kenan nerdeydi? karşımda bir canavar duruyordu sanki. saçları dev bir ahtapotun kolları gibi yüzüme düştü, huylandırdı beni. 'bana bak lan' dedi bana kenan, 'ses yapma yoksa yersin dayağı'. bana bunu neden yaptın kenan? napmıştım ben sana? ayrıca içerde annem vardı, sıkıyorsa döv bakalımdı. dövseneydi lan. dövsene! bir süre sonra annesi seslendi içerden, çıkıp gitti. kenan'ın loş odasında, leş gibi sigara kokan odasında yalnız başımaydım. vücudumun hacmi yatağın altına girmeye müsaitti. orada gördüğüm bir parıltıya uzanmak için yatağın altına girdim, bir süre sonra kayboldum içerde. ışığa doğru çılgıncasına hareket ediyor fakat ilerleyemiyordum. ah kenan, sen ne pis bir adamdın. bir süre sonra ayağımın kenan'ın karyolanın altına tıkıştırdığı sırt çantasının omuz askısına takıldığını farkedip kendimi bu tuzaktan kurtarmış, ter içinde yatağın altından çıkmıştım. artık dünya daha yaşanılabilir bir yerdi benim içim. çıplak kadın resimli dergilerini buldum kenan'ın, hiçbir şey ifade etmediler bana. kapattım ben de.

    biraz daha büyüdüm sonra. kenan da büyüdü. hayatıma giren tek ünlü kişi. popüler olmam için yeteri kadar popüler olmayan kenan..

    geçenlerde reklamlarda gördüm, canı sıkılıyormuş. aradım, sevgilisi falan terketmiştir, alayım da dışarıya çıkarayım bizim kenan'ı dedim, açmadı telefonu. parayı buldun bizi unuttun kenan. belliydi zaten, çok ikiyüzlü bir çocuktun sen.

    uu, konuya girmeye çalışırken saat gece yarısını bulmuş.. sanırım hala giremedim ve sanırım hala tanım yapmadım.
    hepimiz genç olduk dostlarım, hepimizin hayatının bir evresinde oldu bu ilişki. olayın ya iyi tarafındaydık, ya da kötü. ben kötü tarafındaydım. bu ilişkiydi beni magazine küstüren. hiç anlatmadım arkadaşlarıma hepsinin tanıdığı biriyle geçirdiğim keyif dolu dakikaları. ve kimse -5-6 kişiden fazla kimse- ağzı açık dinlemedi beni. bu ilişkiydi beni bitiren. şimdi üniversitedeyim. yine hissediyorum bunun eksikliğini.

    'ben cafer'i tanıyorum, çok iyi çocuk, mabbeti de güzel' demeye mecalim yok artık. 'ebet' diyor herkes, 'iyidir cafer.' bir ünlü gelsin tanışsın benle. (tercihen bayan)(tercihen güzel bir bayan)(tercihen zayıf ve güzel bir bayan)

    (tercihen tuba büyüküstün değil)

    koskoca entryi hiç küfür etmeden bitirmenin haklı gururunu iliklerime kadar hissediyorum ammına koyayım.

  • ağzına bir parmak bal çalmak

    birini tatlı sözlerle veya çeşitli hediyelerle bir süre için kandırmak, oyalamak.

  • azim ve hırs arasındaki ince ayrım

    bir işi başarma ve ülküleri yerine getirme amacına hizmet eden dizginlenebilir istemdir azim. hırs ise; adından belli olduğu gibi, kaka bir şeydir. başkalarının özgürlük ve haklarını hiçe sayarak bencilce, kör, duygusuzca sahip olunan sonsuz istemdir.

    günümüz dünyasında hırslı olmayana ekmek yok, ne yazık...

  • ayıya özenip sırtını ağaca sürten zavallı

    ayı kadar hantal, ayı kadar geri zekalı insan evladıdır, sırf ayının zevk aldıgını gördüğü için yapar bunu, yap yap belki tahrik olursun! ayı oğlu ayı.

  • aşkım ben ölsem üzülür müsün

    ortaokul-lise karışımı dumur soru. canım cicim iyi güzel de, neydi o öyle ya.

    -aşkım ben ölsem üzülür müsün?
    +yok direk gömerim. kokarsın falan mazallah.
    -ben sana küstüm ! hıh !
    +sus sikmiyim.

  • can sıkıntısını gidermenin yolları

    can sıkıntısını gidermek için uyulması gereken prospektüs, prosedürdür.

    1-yazı yazıyorsanız eğer sedat vasıtası ile noktaları düzeltebilirsiniz.
    2-kediniz var ise çift kale maç yapabilirsiniz, yoksa da yapabilirsiniz kedi şart değil ancak kedi ile pek zevkli oluyor.
    3-genç ergen erkekler pipileriyle oynayabilirler veya kız arkadaşlarını evlerine davet edebilirler. kız iseniz de oynayabilirsiniz boşverin tabuları şimdi canım.

    gördüğünüz gibi can sıkıntısını gidermenin bir prosedürü yok. neyseniz ona göre değişen bir durumdur. ancak yazar olmak ortak nokta ise ve canınız sıkılmasın istiyorsanız, benden size can sıkıntısı giderme yolları.

    (bkz: fokur konsepti)

  • cuma gününün verdiği huzur

    özellikle okul veya iş dolayısıyla erken kalkanlar için çok büyük huzur verir cuma günleri. çünkü sonraki gün cumartesidir ve uykunun tadı nihayet çıkarılacaktır. bu bilinçle yatıldığında kimbilir ne rüyalar görülür.

    (bkz: ben)

  • cuma akşamı psikolojisi

    eğer "teğet geçmiş" krizden etkilenmemiş ya da en azından işinizi henüz kaybetmemişseniz yorucu ve yoğun geçen bir haftanın ardından cuma öğleden sonra girilen, an itibarı ile benim de girdiğim, müthiş psikoloji ve moddur. hele bir de cumartesi günü çalışmıyorsanız cuma akşamı tadından yenmez. gidilebilecek mekanlar, takılınabilecek ortamlar, evdeyseniz sabaha kadar izlenebilecek dvd ya da dizilerle müthiş keyifli geçecek olan bir akşamdır. eğer yetmediyse bonus olarak da iki gün boyunca istediğiniz kadar uyuyabileceğinizi söyleyeyim de tam olsun. sonuç olarak cuma akşamı candır, bir motivasyon kaynağıdır, hasretle beklenendir.

  • cuma vakti sözlükte sürten yazar

    sizlere acıyorum. kızmıyorum ama, sadece acıyorum. kapkara, içi pislik dolu yürekleriniz, ağzınızdan eksik etmediğiniz riyakar kelamlarınız, suratlarınızdaki nursuz ifade ve alabildiğine günah kokan yaşamlarınız. mühürlenmiş kalplerinizle bir ömür lanetli bir hayatı yaşamak zorunda kalmışsınız. bunun suçlusu allah (c.c) değil, bizzatihi sizsiniz. o size en güzeli öğütledi, doğru yola çağırdı. ama siz o'nu reddettiniz, o'nun güllerle bezeli, mis kokulu yolundansa kendi pislik dolu, iğrenç yollarınızı seçtiniz ve o yollarda kaybettiniz benliğinizi, insanlığınızı.

    zaten dibine kadar pisliğe batmış hayatlarınızı bir nebze olsun şereflendirebilmek için elinize geçen fırsatı değerlendirmeyi dahi reddediyorsunuz. kalpleri imanla dolu, güzelliklerin en güzeliyle taçlandırılmış mümin kardeşlerim alınlarını nur dolu secdelere sürerken siz, onur yoksunu insanlar, sözlüklerde, bu pislik yuvalarında vakit öldürüyorsunuz. günaha giriyorsunuz.
    çok mu zor haftada yarım saatinizi bu güzel aktiviteye ayırmak? yüce allah (c.c)'nin bize sunduğu sonsuz nimetlerden biraz olsun nemalanmak istemeyecek kadar zavallı mısınız? o korkunç bir şekilde kararmış hayatlarınızı bir kez olsun secdeye varmadan tamamlamak niyetinde misiniz?

    mahşer günü aldığınız enfes reylere göre dağıtılacaksınız çünkü cennet/cehennem'e. münker ve nekir gelecek, sözlük konseptini soracak size. verdiğiniz ayarlar salih amel sayılacak he mi? geçin bunları.. sol omzunuzdaki zavallı münker'in kaleminin mürekkebi tükendi, defterleri kabardı sizin günahlarınızı yazmaktan.
    acıyorum size..
    şimdi bana bsg diyeceksiniz, biliyorum. başka kelam etmezsiniz zaten siz. varsa s*k, yoksa g*t. dayanılmaz sıcakta dilleriniz kabardığında, içinden sarı sarı sıvılar aktığında okkalı bir hass*ktir çekersiniz artık. böyle insanlarsınız çünkü siz. pislik akıyor ağzınızdan, klavyenizden. siz şimdi bana bsg diyeceksiniz ya, ben de siz sırat köprüsünde tepinirken size bakıp 'zavallı bir ömrün sırattaki tezahürüne bakın' diye göstereceğim yanımdaki hurilere sizi. hep beraber güleceğiz. sonra hurilerimin tomurcuk göğüslerinde kaybolacağım..

    üff.. çok sıkıcı işmiş trollük. çekilecek dert değil billahi.
    neyse..
    naber?

  • cuma günlerinin resmi tatil ilan edilmesi

    hayır, bunun cuma vakti sözlükte sürten yazarla hiçbir alakası yok.
    resmi tatil diyoruz. illa kıçınızdan element uyduracaksınız he!

    neyse mesele şu; bu cuma günü var ya, muhtırasından tut, açılım şovuna ve hatta seçim kararının açıklanmasına, sonra ne bileyim, yüksek mahkemenin gündemi yakından ilgilendiren bir kararının açıklanmasına hatta ve hatta ergenekon dalgalarına kadar mühim ne varsa akşamında yapıldığı gün.

    niye?

    çünkü ne rejim kaygısı ve ne de galatasaray-fenerbahçe derbisi... tüm kesimlerin geleceğinden endişe duyduğu ortak tek şey; borsa.
    düşmesin o.

    işte bu yüzden; (daha önce de bu talebimi farklı platformlarda yinelemiştim. birleşmiş milletler konferansında falan*) bence cumalar resmi tatil olmalı.

    - a a a a! pis irticacıya bak ayol... cumalar tatil olsun dedi!

    yok anam. olay çıkartmayın.
    olmadı; ulusal, kutsal, sosyal, laik piyasa günü ilan edelim.

    ne dersin?

« / 6 »