bir çocuk şarkısıdır. çocuklara hangi hayvanların yenilebileceğini, hangi hayvanların yenilemeyeceğini öğretir. ilk mısrası şu şekildedir.
pazara gidelim bir tavuk alalım
pazara gidip bir tavuk alıp napalım
gıt gıt gıdaaak gıt gıt gıdaaak diyelim
hapur hupur hapur hupur yiyelim.
entry'ler (36)
-
pazara gidelim
-
dalin
bebeler için temizlik ürünleri bulunan marka. özellikle göz yakmayan şampuanı çok kullanılır. dalin kullanmayı bırakıp normal şampuan kullanmaya başladığımda boyumun bir karış uzadığını hissetmiştim. *
-
anneler bilirler
dalin şampuanlarının sloganı.
-
dünyanın en eski ayakkabısı
5 bin 500 yaşında ve 37 numaradır. haber bir kadına mı birerkeğe mi ait bilinemiyor demiş ama söz konusu olan şey ayakkabıysa iddia ediyorum bir kadına aittir.
dünyanın en eski ayakkabısı -
silahı yavaşça yere bırak ve dizlerinin üstüne çök
klişe bir polisiye amerikan film repliği. sevimsizdir.
-
otobüs bileti alırken bayan yanı isteyen er kişi
tüm ezberleri silecek, bilinen tüm tabuları yıkacak erkektir. eğer yeterince kararlıysa başarabilecektir.
-
konsantre parfüm
saf (konsantre) parfümler her zaman için diğer versiyonlarından pahalıdır ve küçük şişelerde satılırlar. bu parfümler çok kalıcı oldukları için genellikle sprey şişeler içerisinde satılmazlar ve az miktarda kullanımı yeterlidir. konsantre parfüm şişelerinin üzerinde genellikle eaux de toılette ya da eaux de parfum yazılır.
-
ananı eşekler kovalasın
küfür desen küfür değildir, beddua desen beddua değildir. lakin bazen yaşanan hadiseye cuk oturur.
-
herkesin saçmala hakkı vardır
bir geri zekalı için yapılan tanım: gerek reel gerekse sanal ortamda insanlara tanmayan saçmalama hakkı için verilen mücadelenin sloganı.
not: bir gerizekalı için yapılıyot demiştim öyle değil mi?
bir burada sembolik bir rakam. *
söz konusu eğer bir sözlükse daha da çok vardır. sözlük ortamında hiçbir yazar bir başka yazarı yazdıklarından, tavrından ve tarzından ötürü eleştirme hakkına sahip değildir. beğenirsin ya da beğenmezsin ama yazdıklarını, tavrını veya tarzını eleştiremezsin.
konsept dahilinde tartışırsın o kadar.
bir yazara müdahale edilecekse bunun kararın yöneticiler verir yazarlar değil.
hem ne demek ya yazdıklarını beğenmiyorum ''silin, atın''. sanane yahu sanane?
zorla mı okutturuyor?
sonra size bu cevap verilince de. haklar özgürlükler bla balalar der ve siktirip gidersin... -
kadınların ofsaytı anlamadığını düşünmek
klasik ve gaflete düşmüş erkek ırkı düşüncesi. o küçük beyinleri ile geneller geneller dururlar akşama kadar. neymiş kadın ofsaytı anlamıyormuş?
sektör oradan düdük!
kaldı ki anlamıyor belki de, neden konuşa konuşa bitiremiyorsunuz şu konuyu?
neden bu kadar üzüyor bu konu sizi?
neden, neden, neden?
bırakınız anlamasınlar ya da biz birakalım sizi anlamadığımızı düşünün... -
köy peyniri gibi çocuk
henüz kabak çiçeği gibi açılmamış, terbiyeli er kisiler için yapılan benzetme. nesli tükenmek üzere olan ve esanıda şehir erkekleri için yapılan benzetmedir özetle.
iltifattır, tazedir, lezettlidir. can yakmaz... -
sevgilinizi küçük ısırıklarla uyandırın
bir kadın dergisi klişesi. ulan sen adam uyurken ısır da yapıştırı versin seni duvara. yapsa da yeridir hani.
nerde abukluk varsa sokuyorsunuz şunları kafalarına.
neymiş, küçük ısırıkmış... -
tampon kullanıyorum acaba kızlığım bozulur mu
haydar dümen'e yöneltilen sorulardan biri. haydar dümen insanı bile net bir cevap vermemiştir. analar bakire gelin aradığı sürece bu ülkede tampon satışları asla yükselmez, yükselemez.
-
bir makyaj malzemesi olarak photoshop
rimel ne lan? oje ne, parlatıcı ne olm? hayla mağara adamları/kadınları gibi oce sürüp ruj yiyen ablalarımız/abilerimiz var, sözüm size; kozmetik ürünlerine verdiğiniz paralar mundar oluyür!
az önce dizi izler iken * yadıma düştü bu photoshop güzelliği.. arka sokakla makyajın ne alakası var diyeceksin, sana ne derim.. üzerime gelme.
şimdi dostlarım, bu photoshop illetini biliyorsunuz.. cici cici kızlarımız, bici bici oğlanlarımız boyunlarını 90 derece bükerek foduraf çekiyorlar, ondan sonra bu pozlarını sağda solda yayınlamaları gerekiyor.. takdir edersiniz ki; gerizekalı mı bu adamlar? bir yerde yayınlama amacı gütmese niye kireçlendirsin boynunu? niye calgon kullansın sabah, öğle, akşam? evvela siz ile bir anımı paylaşmak istiyorum..
tarih geçen haftanın herhangi bir günü.. saatler 20.45 i gösteriyor.. adnan polat'ın sevinçten kravatını yediği vakitler.. benim ilkokuldan bir arkadaşım vardı.. adı bahardı.. şimdi bu karıya aşıktım ben vakt-i zamanında.. espriler falan yapardım, gülerdi bu.. bu güldükçe ben sanıyorum ki biraz daha espri yaparsam basacaz karıyla nikahı.. tıkandım sonra, kendimi tekrar etmeye başladım.. şen kahkahaları yerini adamsende tebessümlerine bıraktı.. o an anladım ki sıçtık.. evlenmeyecek bu karı benimle. ha, çok da umurumda değilmiş açıkçası.. neyse, bu karı ile ayrıldık biz, ayrıldık dediysem, okullar bitti.. o istanbul a gitti okumak için, ben memlekette kaldım.. gel zaman git zaman unutmuşum ben bunun şeklini şemalini.. sonra şu facebook zımbırtısı çıktı. bir gün mail geldi, bahar bilmemkim added you as friend deyü.. girip baktım, hatıralar canlandı bir an.. tanıdık bir yüz görmek güzel deyü confirm dedim hemen. bir sürü fotoğraf eklemiş bu profiline.. kuşlar böcekler var.. sevgilisi falan var arada.. ama sevgili değil beni ilgilendiran kısmı.. ben karıya takılmışım.. ule ilkokulun nurisi huri olmuş arz-ı endam ediyor istanbul sokaklarında.. gözlerinin rengi bile değişmiş. son gördüğümde kara kara bakan karı, yeşil yeşil bakıyor şimdi.. neyse üç beş muhabbet ettik, sonra dedi 'hadi mezun buluşturalım.'. mezun kim lan? torun torba sahibi olmuştur o herifler şimdiye.. 'organise it' dedim, 'hı?' dedi.. ingilizce öğretmemişler buna.. kültürsüz olmuş çıkmış.. gerçi koyim kültüre, öyle vücudum olsa ben de abdullah gül'ü dört yapraklı yonca sanardım. gel zaman git zaman.. dur gitme zaman. bu karı geldi geçen hafta 'artemiis ben sizin ordayım gel görüşelim.'. güneş gözlüğümü aldım, gittim.. sanıyorum karı nur saçıyor sağa sola, güzelliği büyülüyor.. ondan aldım gözlüğü.. gözüm kamaşmasın diye kuruyorum kafamda..
karşımda bir gördüm bunu.. abartmıyorum göbeği diz kapağına değiyor, sağlarının yağına bir tava patates kızartılır, gözleri de hala kara.. ağzından yüzünden makyaj akıyor.. badana yapmış suratına adeta. tamam abartıyorum.
görmezden geldim tabii.. facebook ta gördüğüm melek nere, bu trafik lambası nere.. ama o gördü.. koşup boynuma atladı.. höst dedim. derim tabi lan, öpüyor karı şapır şupur. suratımı kozmetiğe bulayacak.
biraz sohbetten sonra sormadan edemedim..
- güzelliğinin sırrı ne?
+ adobe photoshop.
- hangi sürüm?
+ 1.1
- yükseltirsen daha güzel olursun bence..
şimdi anlamıştım olayı olm.. o gülümseyen suratlar, yeşil yeşil gözler, sırma saçlar.. alayı photoshopmuş. ben bile yedim lan. ben, paintte çöp adam çizmekte rakipsiz, yedi cihana nam salmış koca artemis, anlamıyorum karının suratında müdahale olduğunu.. ne geliştirmişler lan bu aleti..
eve koştum, dediği programı indirdim.. kendi resmim üzerinde denedim.. maymuna benzedim. profesyonel program bir de anasını satim, ben de profesyonelim.. yoksa bir amatör benim gibi bir yüzü asla maymuna benzetemez. (narsist ayağı yapıyorum ama gerçekten kayboldum lan programda.. kıl yün çizdim suratıma.)
biraz daha gezdim bu facebook semalarında.. kızların %90'ı photoshoplu resimler kullanıyormuş.. kimisi renkleri ters çevirmiş, kimisi kontrastı düşürmüş, kimisi gözünü renklendirmiş.. siyah beyaz resimlileri bile gördüm lan.. nostaljik öküzler. bunlar dışında kalan %10 ise ölü gelin, south park, simpsons gibi görsel şovlardan birtakım karakteri kullanıyor profil resmi olarak..
bir şey daha farkettim, renk ters çevirmesi veya kontrast düşürmesi kızı güzelleştiriyor.. normal halinden daha güzel yapıyor.. bu yüzden diyorum zaten photoshop makyaj malzemesidir deyü.. inanmayan denesin, çekemeyen anten taksın röhahaha (bunu da facebook tan öğrendim.)
hasılı, güzel olmak istiyorsanız photoshop kullanın dostlarım.. ha, diyorsanız ki 'doğallığım ile varım' işte buna şapka çıkarırım.. önemli olan iç güzelliği değil mi yurttaşlarım? * röhahaha.
lan dizi bitiy... -
plajdaki tek türk olmak
entrym, omzu kıllı olduğu için tatile gidemiyor diyenlere ithaf olunur.. ya da olunmaz, bana ne lan. tanımla giriyorum;
şimdi açıklayacağım sebeplerden dolayı, çok harika bir şeydir. açıklıyorum şimdi sebepleri, iyi dinleyin.
şimdi bir kere, plajdaki tek türk olunca, plajdaki bikinili rus, ingiliz, alman, hindu her türlü turist senin oluyor. senden başka bakan olmuyor. senden başka kimse bakmayınca, rahat oluyorsun yani anlatabildim mi?
bir de su değdi mi dikleşen meme uçları yok mu.. ahh ne güzel bir şey. böyle plaja serpilmiş voleybol oynuyorlar, tahrik ede ede birbirlerini sıvazlıyorlar. ve hepsine bakıyorsun anlıyor musun? kadınların hepsini senin gözlerin görüyor.
rocco siffredi'ye süper bir rakip oluyorsun. 10 saat erekte kalıyosun. öyle güzel bir şey ki, anlatamam.
diye bir tanım yapılabilir. fekat, izzet altınmeşe'nin bu tanım hakkındaki yorumunu almak için, izzet altınmeşe'ye bağlanıyoruz. söz sende izzet, nasıl oldu tanım? kızlar falan bizim değil mi?
izzet caps lock/on ile cevaplıyor;
'nah!!!'
evet, izzet altınmeşe'nin yorumu bu yönde. yani diyor ki; kadınlar falan değil mevzu. mevzu derin. ergenekon'a kadar gider bunun ucu diyor.
ben de altta kalmıyorum tabii. izzet altınmeşe'nin bu savını desteklemem gerek.
(ilk paragrafı okuyup 'ıyy abazan' efekti ile direkt eksi basan arkadaş, olacaksın biliyorum. önyargılı olmamanı öneririm ben nacizane.)
şimdi devam edelim. ne demiştik izzet ile birlikte? 'ilk tanım gerçek dışı.' evet, bunu destekleyeceğiz.
bunu desteklemek için kendime içindeki tek türk olabileceğim bir plaj buldum ve yerleştim. gözlemlerimi aktaracağım izninizle.
öncelikle, bu turistler'e türkler nasıl öğretilmiş bilmiyorum ama müthiş bir önyargıları var bize karşı. ne gibi önyargılar? şöyle söyleyeyim, plaja girdim, etrafa baktım, türk yoktu. nereden anladım? titreyen bir şezlong yoktu diyelim, anlayın.
şimdi bunların kafasında çizdikleri türk portresi şöyle; 'türkler tecavüzcüdür. uzak durun.' evet, aynen böyle bir portre çizmişler. gidip bir şezlong'a yerleştim. nereden anladılarsa bir şekilde benim türk olduğumu anladılar. üstsüzler hemen havlularını sardılar vücutlarına, altsızlar kendilerini kuma gömdüler, giyinikler ise soyundular. onlar gerizekalıydı sanırım.
neyse, lan elimde kitap var, uzanıp okuyacam. çevremde bu giyinme hengamesini görünce merak ettim, kafamı kaldırdım, baktım. birisi haykırdı;
'sarah, he's looking at you! please run away girl!'
ne oluyor lan demeye kalmadan sarah koşarak uzaklaştı. gidip anlatmak geldi içimden, ben abaza değilim demek geldi, diyemedim. hayır sanki ben meraklıyım onların memesine, kalçasına. yine onlara öğretilmiş türk portresine çıktı yolumuz. evet, onlar benim öyle olduğumu sanıyorlardı.
sonra denizde çırpınan bir şey gördüm. hemen tişörtümü çıkardım ve denize doğru koşmaya başladım. çevrede cankurtaran bulunmadığından mütevelli, bu ulvi görevi ben üstlenmiştim. arkamdan bir haykırış daha;
'stop! he's a virgin, please don't rape him!'
him lan! bildiğin him. boğulan denyonun cinsiyeti 'male'. benim ne işim olur elin tüysüz gavur tıfılıyla? herifin hayatını kurtarayım diye koşuyordum. vazgeçtim, gebersin gavat dedim. gebermedi, kurtardılar. ben tekrar döndüm şezlonguma uzandım. bakışları ile adeta beni bıçaklıyordu bu turistler. kaşla göz arasında aldım-verdim yapmışlar, sevgili olmuşlardı. sırf ben sarkmayayım diye. hey güzel allahım, 'çirkinsiniz kızaam, suratınıza köpek işemez sizıın'
diyemiyorum. serde erkeklik var, kendimi tutuyorum.
sonra bi salak geldi. türk olduğumu anlamıştı, benimle dalga geçecek idi. bana dedi ki;
'i run each tin me?'
bir filolog edası ile başımı kaldırdım, o salağı süzdüm. tüysüz, sarı bir şeydi. alman olmalıydı. zira alman espri anlayışı ile yaklaşmıştı bana. filolog edası ile kaldırdığım başım ile ona bakar iken sakince sorusunu yanıtladım.
'each team.' dedim. ve ekledim; 'why are you making such nonsense jokes? the can me but the, see can me war?'
cevab veremedi. başını eğdi ve gitti..
sonra, ansızın karar verdim, turist olduğuma inandıracaktım onları. aldım elime eski model olması nedeniyle utanç duyduğum telefonumu, dayadım kulağıma.
'hi!' dedim. sahil boyunca kulağımda telefon ile yürüdüm. 'hi!, haay!, hay hay' diye gezdim boydan boya. inanır gibi oldular. american english konuşuyordum çünkü.
artık bakışları ile taciz etmezler dedim, şezlonguma geri döndüm. kitabımı açtım, okumaya dalmışım. o anda yine bir haykırış;
'there's a turk sleepin' over there. there, over there!' battle for middle earth'de aragorn'un haykırışına benziyordu bu 'there, over there!' sözü.
nasıl olduysa anlamışlardı benim türk olduğumu. meğer okuduğum kitap nihal atsız'ın kitabıymış. bi saniye lan, nerden geldi elime bu kitap? ben bunu okumuyordum olm. ayrıca i'm not sleeping öküz. hasiktir, kapalı telefona 'hi!' çekmeye dalıp yanlış plaja gelmişim..
plajdaki tek türklük devri bitmişti artık. bir sürü türk'ün olduğu bir plajdaydım. ama plajdaki tek türklük döneminden izler hala yüreğimdeydi. allahım, o nasıl paranoyaydı öyle. o nasıl öfke, o nasıl rustu. bi sn, tasvirde hata oldu. o nasıl öfke, o nasıl kindi. (eş anlamlı oldu ama sktret.)
hemen izzet altınmeşe'nin dediği gibi mevzunun derinine inmeye karar verdim. plajdaki tek türklere olan bu kinlerinin kaynağı neydi? araştırıp bulmalıydım.
çok türklü plajda çiçekli mayom ile önce bir gerindim, daha sonra denize koşup girdim. gözüme çarpan ilk şey denize işeyen bir salak olmuştu. salak diyorum, çünkü en sığ yerde indirmişti pantolonunu gerizekalı. dipteki kum tanelerini sayabildiğimiz yerde denize işiyordu.
'napıyosun lan! kirletmesene olm denizimizi pis turist!' dedim.
'sorry, ah sorry. pls sorry, i'm english years old. plase don't wear me. don't you piss sorry. ah englishmaaann' diye hıyarlaştı.
'aha yaktı devreleri gebeş.' dedim ve daha iç kısma doğru açılmaya başladım.
orada çağrı vardı. evet çağrı. yanında da bir rus kız vardı. rus musun diye sormadım, kıçımdan atıyorum. ama kendini rus hissediyormuş gibi geldi bana.
çağrı, uzun saçlı, küpeli, güneş gözlüklü bir gençti. küpe ve güneş gözlüğü temel fiziksel özellikleri olmasa da, denizin ortasında vücudunda oldukları için bu ayrıntıları aktarmaya karar verdim. denize güneş gözlüğüyle giriyordu o.. çağrıydı adı.. konuşmalarına isteyerek kulak misafiri oldum. çünkü ben, türklere neden önyargı beslendiğini araştırmak için kendim tarafından görevlendirilmiş çok gizli bir ajan idim. hayalgücümü skim.
çağrı ile kızın diyaloğunu aktarıyor izzet altınmeşe şimdi size;
- haloo (telefonla konuşuyor sanki ayı)
+ hii. (hiimış. yesinler.)
- how old are you?
bla bla..
bla bla kısmında sadece 19 dedi ve ingiliz olduğunu söyledi. ama bence o rustu, çağrıyı kekliyordu.
bla bla bitince çağrı şöyle dedi;
- we have a house here. (evet, çağrı, bizim küpeli, güneş gözlüklü çağrı house diyordu.)
+ mihihi. house ha? (bu salak da dalga geçti çağrıyla.)
sonra çağrı didi ki; 'can we go somewhere else' didi. eh, bi zahmet denizin ortasında filizlendirmeyin aşkınızı diyecektim, diyemedim. meğer bizim çağrının niyeti başkaymış. kız didi ki; 'where?' didi. çağrı da didi ki; 'baar, cafe (evet, çağrının pronunciation'una hayran kalmamak elde değildi.) or.. hımm' tıkandı salak. bar ve kafeden başka gidilecek yer biliyordu ama ingilizce karşılığını bilmiyordu.
'be öküz' dedim. 'iki kelime ingilizce biliyosün, ne skime kızı götürüyosün yemek yemeye?'
evet, çağrı gibiler bizim hakkımızda öyargı oluşması için çalışıyorlardı. kendim tarafından kendime verdiğim gizli ajanlık görevime bir de ahlak polisliği görevi ekledim. hemen rus kızın babasını buldum.
'your daughter will be a woman if you don't call her back!' dedim. inanamıyorum nasıl demiştim onu öyle..
'really? it's wonderful' dedi.
'fuck your stomach.' dedim. 'stomachless denyo.' diye ekledim.
'what?' dedi. sktir lan dedim ve bunu tırnak içinde söylemeye bile lüzum görmedim. o derece sinirlenmiştim.
hemen kıyıya doğru yüzdüm. terk edecektim bu plajı. o sırada gözüme az önce sığ yerde denize işeyen salak takıldı.
'memet, gel olm su çok güzel' diyordu. türkmüş meğer. ben de diyorum neden gerizekalı gibi ingilizce konuşuyor bu..
çağrı o kıza o gece tecavüz etmiş, haberi geldi. sokayım, kurtarmaya çalışmıştım..
evet, kötü şöhretimiz hızla yayılıyordu.
neler görmedim ki o bir günde. bikini giysem bana bile bakarlardı. o yavşak turistlere de hak verdim. bi kısım gavatlar ebemizi zkiyorlardı, kötü şöhretimize kötü şöhret ekliyorlardı. ama yine bu kadar önyargı da ayıptı.
'gelmeyin ulan o zaman' dedim gayriihtiyari. 'tecavüzden korkuyorsanız kuyruk sallamayın, bakışlarınızı dikecekseniz gidin kendi ülkenizde yüzün!' otel müdürü tekmeleyerek çıkardı beni otelden. o da bi yavşaktı zaten..
yeter ulan dedim, vurdum kendimi denize. plajdaki tek türk olmak ne kadar zormuş meğer. ne çileliymiş o şezlongda kitap okumak. ne eziyet vericiymiş bana dikilmiş bakışlar..
rodos'a yüzmeye karar verdim. yarıyolda kimi gördüm? deniz baykal. çiçekli mayosunu giymiş rodos'a yüzmeye çalışıyordu adam. içimde beliren kafasını suya batırıp birkaç saat o pozisyonda kalabilmek isteğini hızla defettim. elimi deniz baykal'a bulamayacaktım.
bir daha da plajda türk yoksa o plaja girmeyecektim. ben de insanım zira.
deniz rodos'a varmış mıdır acep?