tanım: zor olsada tanımlamak... yaşanabilecek en kötü olaylardandır hayatta... tanrı kimseye yaşatmasın.
nereden başlasam... nasıl anlatsam... hani bazı şeyler vardır her aklınıza geldiğinde beyniniz durur. öyle bir olay. hayattan her türlü silleyi yemişsinizdir 17 yaşınıza kadar. bütün kazıkları da kadınlardan yemiş karşı cinsten soğumuşsunuzdur. ne anne, ne abla ne de başka bir kadın size hak ettiğinizi vermemiştir.
bir gün bir kızla tanışırsınız. tanrım! bir insan bu kadar mı tatlı olur? ahh o gözler... o bakışlar. ne de tatlı gülüyor. baktıkça insanın içi huzurla doluyor. bu bakışmalar bir süre devam eder. bakışmalar gülüşmeler... ve gün gelir ayrı bir masaya davet edersiniz. ben senden çok hoşlanıyorum falan değil; ben sana aşığım! dersiniz... o da yanında o kadar çirkin kalmanıza rağmen bende! der...
tanrım bu bir şaka mı? yoksa, yoksa... yaşadığım acıların bedelini mi ödüyorsun! dersiniz içinizden. kanatlarınız yoktur ama uçarsınız. ruhunuzla ve aşkınızla. günler, haftalar, aylar birbirini kovalar...
ilişkinin 3. yılı içindesinizdir. o yıl yüksek okulu bitiriyorsunuz. kendi çapınızda bir dükkan açmışsınız ve ekmek kazanıyorsunuz... her şey planladığınız gibi gidiyor. her ilişkide olduğu gibi ufak tefek kavgalar, sonra tatlı sözler... günler su gibi! durdurmak imkansız...
ve bir gün bir telefon... hemen buluşmalıyız seninle... karşıdaki ses o kadar hüzünlü ki. ne oldu bebeğim diyorsunuz? hemen gelmelisin diyor sadece.
her şeyi bırakıp koşmaya başlıyorsunuz. ilk bulduğunuz taksiye atlayıp; buca diyorsunuz. gerisi gelmiyor... heykele gelince aklınız başınıza geliyor, hocam nato'ya gidecektik dalgınım kusura bakma diyorsunuz. taksici genç... bakışlarınızdan anlıyor ve diyor ki: aşk mevzusu derindir çok kafa karıştırır ama geçer. o an düşünemğyorsunuz. bu gün nah! geçer diyebiliyorum sadece.
evine gittiğinizde kapıyı çalıp çalmamak arasında kalıyorsunuz... ani bir refleksle istemeden çalıyorsunuz sonra. kapıdaki annesi. geç diyor "oğlum" içeriye. yavaşça içeriye giriyorsunuz. ayakkabılarınızı çıkartıp annesine dönüyorsunuz. sadece bakıyorsunuz; odasında diyor annesinin sesi.
yavaşça odasına doğru yürüyorsunuz. kapıyı çalıyorsunuz. gel diyor. yavaşça kapıyı açıp içeriye giriyorsunuz. yatağının ortasına oturmuş, perişan bir halde. 3 gündür ilk defa görüyorsunuz. ve bu haline o kadar şaşırıyorsunuz ki... kendisini bu kadar çok seven, kendisine bu kadar çok bakan bir kişi nasıl bu hale gelir...
ilk tepkiniz bu halin ne? oluyor.
cevap garip: beğenmiyor musun beni?
aşkım hala çok güzelsin ama çok perişan haldesin. neden bu kadar ağlayıp yıprattın kendini. hani bana söz vermiştin. ağlamak yoktu!
benim hayatımda mutluluk olmayacak bundan sonra! diyor. ve ekliyor, hep ağlayacağım!
ama neden diye soruyorsunuz?
cevap vermiyor. üsteliyorsunuz... cevap gelmiyor.
hıçkıra hıçkıra ağlıyor...
ben su getireyim deyip dışarı çıkıyorsunuz. annesi holün başında...
ne oldu diye soruyorsunuz oda cevap vermiyor. mutfakta ablası var ona soruyorsunuz o söyleyecek diyor!.. suyu alıp geri gidiyorsunuz.
al şunu iç, ferahlarsın biraz.
suyu içiyor. ve "ayrılmalıyız!" diyor.
neden diye soruyorsunuz.
ben hiç mutlu olamıyacağım; hayatının sonuna kadar seni de mutsuz etmek istemem. git kendine yeni bir hayat çiz diyor...
yıkılıyorsunuz. o an aklınıza öyle şeyler geliyor ki!..
ağzınızdan çıkan cümle: "tanrım bunu da mı çok gördün bana!" oluyor. yavaşça kapıya gidiyorsunuz.
annesine bakıyorsunuz, hiç bir şey söylemiyor. ablasının yanına gidiyorsunuz, ben diyor... gerisi gelmiyor.
tamam diyorsunuz anladım... ben de...
vbe alıp başınızı gidiyorsunuz. artık o aşık olunan şehir değil izmir. sanki bir ızdırap kenti. ruhunuz bedeninize ağır geliyor...
kaçmak istiyorsunuz bu şehirden...
bütün bir yıl dersler beraber hem işi, hem ayrılık acısını hem de dgs hazırlıklarını sürdürüyorsunuz.
ve yazın herkes mutluı huzurluyken, siz dgs'de başarılı olmanın sevincini bile yaşıyamıyorsunuz.
bu yaz düğünümüz olacaktı!.. diyorsunuz sadece.
ve gidiyorsunuz, kaçıyorsunuz; izmir'den sevdiğinizden, kendinizden!..
tam 13 saat mesafedesiniz artık...
başka bir şehir başka bir hikaye diyorsunuz, ama hikayeniz yarım... tamamlamak istiyorsunuz...
ama artık ne kadınlara güvenebiliyor nede onları görebiliyorsunuz!..
ve bir gün...
25 ocak 2001 günü telefonunuz çalıyor... ağlamaklı bir ses; neredesin; diyor. sesi tanıyamıyorsunuz. biraz düşününce ablası olduğunu anlıyorsunuz.
izmirde değilim. diyorsunuz.
gelebilirmisin? diye soruyor. çok acil, seni görmek istiyor. diye devam ediyor. gerisini anlamıyorsunuz, duymuyorsunuz...
hemen otogara gidip izmir'e bir bilet diyorsunuz. oysa daha 6 saat var otobüsün gelmesine...
sonra ankara o zaman diyorsunuz. aktarmalı da gidebilirsiniz nede olsa...
ankara'ya vardığınızda anlıyorsunuz insanların garip bakışlarının nedenini; hava buz gibi ve kar yağıyor. oysa siz sadece kısa kollu bir gömlek ve pantolonla atmışsınız kendinizi...
hemen izmir biletini alıp 9 saat sürecek bir yolculuğa daha başlıyorsunuz. saat 15:30'da.
ve gece yarısı izmirdesiniz...
hemen bir taksiye atlayıp nato diyorsunuz bu sefer. biraz daha soğukkanlıca. evlerine geldiğinizde kapıyı çalıyorsunuz.
babası; "oğlum" onlar hastanede. beraber gidelim. diyor. hemen çıkıyorsunuz yola.
ve bozyaka ssk hastanesi.
hastanenin 3. katına uçarak çıkıyorsunuz...
o yatakta. yanında ablası ayak ucunda annesi oturuyor.
siz içeri girer girmez kalkıyorlar.
ne oldu diye soruyorsunuz. ağlayarak dışarıya çıkıyorlar.
hemen baş ucuna çöküp, sararmış ve solmuş benzine bakıp, hastalıktan iyice solmuş ve küçülmüş ellerini ellerinize alarak; nasılsın? diye soruyorsunuz.
ölüyorum! diyor.
iyi olacaksın! iyi olacaksın! diyorsunuz.
hayır! diyor.
seninleyken ölmek istemediğim için ayrıldım senden! seni hala sevdiğim için çağırdım. ölmeden çnce son bir defa görmek için! diyor...
tanrım! diyorsunuz...
ama isyan etmeye bile nefesiniz kalmamış...
o saatten sonra ne o konuşuyor nede siz...
aradan saatler geçiyor.
ve bir soru soruyor: beni hala seviyor musun?!
ben seni hep sevdim! diyorsunuz.
gülüyor. aynı ilk tanıştığınız zaman olduğu gibi. o gülünce içinizde güller açıyor.
ve 15 dakika sonrası...
hiç bir insanın kolayc katlanamaycağı o acı an...
elleri ellerinizde, gözleri gözlerinizde. akdeniz anemisi yüzünden erimiş, solmuş olan sevdiceğiniz hayata gözlerini yumuyor. ve hayatınızda son defa bütün gözyaşlarınız oarada dökülüyor...
pişmanlıklar bir bir ardı ardı aklınıza geliyor...
içeri ilk gren beyaz önlüklüye, onu iyileştir diye saldırıyorsunuz...
dünya kararıyor sonra...
gözlerinizi açtığınız o bembeyaz kefenin içinde kara toprağa yar olmakta...
oysa, oysa... ne kadarda çok istemiştim onu bembeyaz bir gelinlik içinde bana yar olmasını...
8 yıl geçti... ve hala acıyor...
entry'ler (11)
-
sevgilinin gözlerinin önünde ölmesi
-
sıcak su torbasını bulan adama yazdım
sevgili sıcak su torbasını bulan adam
öncelikle merhaba. sıcak su torbası hayli zamandır hayatımızda olduğundan eminim ki sen de epey bir zaman önce hayatımızdan çıkmışsındır yani hayat senden çıkmıştır o nedenle sana nasılsın demek istemiyorum. biliyorum ki kemiklerin artık hiçbir arsız köpeği bile iştahlandırmayacak derece kurumuştur. ama ne var ki hangi ihtiyacın sana buldurduğu o muhteşem icat hala ilk günkü sevecenliğyle hayatımızda.
böbrekleri ağrısa da ayağına bir çorap ya da en azından bir terlik giymeyen birisi olarak belimin ağrıdığı zamanlarda seni o kadar anıyorum ki. ailemi de saymazsak bana kimsenin patiklerini giydin mi diye sorduğu yok. sen olmasan beni kimse şımartmıyor.
ikinci bir sorunumda ofis amelesi olmam. akşama kadar masa başında iki büklüm olmam hasebiyle ağrıyan sırtım, boynum ve bilimum uzvumun sana selamı var.
sçs. kib.aeo. -
köpeğini gezdirip kız tavlamaya çalışan ezik
kız tavlama tekniklerinden bi'haber ezik. köpek dolaştırarak kız tavlamak çok rererö demiyeceğim fakat gerçekten rerere rarara gasaray gasaray cimbombom.
pittbull gezdiren ezik tamamen ergendir. zira bayanlar korkuyor, hiç yanına yaklaşmıyor, göz banyosu yapacaksın misal açık seçik, sere serpe giyinmiş hatun, pittbullu görünce 200m.den karşı kaldırıma geçiyor ergen kişiye kalıyor patlıcanı okşamak.
ingiliz cocker spaniel dayanıklı enerjik mutlu ve sevgi dolu bir köpek olduğu için hatunlar üzerinde hoş bi'etkisi vardır fakat köpeği okşamaya gelen kadına " msn face var mı? burası kastı eve gidelim mi la? sorusunu sorduğunuz takirde çantayı kafanıza yersiniz yemin ediyorum.
ispanyol mastiff sert dayanıklı ve kırsal görünüşlü bir köpek olduğu için ancak köydeki kezbanların hoşuna gidecektir. küçük değerler için alçalmaya, mevki değiştirmeye hiç gerek yok otur evinde pornonu izle, sigaranı iç daha mantıklı.
isveç geyik avcısı tilki benzeri fakat iri bir köpektir. tüyleriyle olduğundan daha cüsseli görünür. dengeli gururlu ve itaatkar bir köpektir. evde yaşamaya uygun değildir. evde yaşamaya uygun olmayan bir iti sokakta doşaştırarak peşinize takılacak sokak köpeklerini ve asla yanınıza yaklaşmayacak hatunları düşünürseniz bu sizin girişimleriniz için tam bir intihar girişimi olacaktır, akıllı olun, karışmayın kimseye.
jack russell terrier fox terrier'e (tilki terrieri) benzer. cesur, şen, fedakar ve itaatkar bir köpektir. fakat hacı her önüne gelende ( babaannem dahil) bu köpekten var bir havası yok, kızlar çok bayağıı buluyor, size buradan iş çıkmaz. ancak kılıbık kılıbık etrafta dolaşır hatun kesersiniz. bunun için ise köpeğe hiç gerek yok, al eline tesbihi git bi'lisenin önüne otur yemin ediorum liselileri tavlamaya çalış daha mantıklı. yazımın burada sonuna gelirken ultraviole ışınlarına dikkat ediniz, tüm mutluluklar benimle, esen kalın.
sıcak yaz akşamlarında kordon'da takılmak köpek dolaştırmaya göre çok daha mantıklı. hatun da bol ayrıca. yengenize bakanın canına ot tıkarım, ayar veririm haberiniz olsun. * -
kızların birbirlerini gördüklerinde bağırmaları
nasıl bir olaydır anlamamaktayım yıllardır çözmeye çalışıp çözemediğimdir..
iki kız birbirini gördüklerinde birden "heeyyyooo", "viieevvieevv", "aaauuvvvv".. gibi sesler çıkarıp kışmaya başlarlar. zıplar hoplar dururlar. ardından o zıplama hoplama sırasında ikinci bir dalga gelir "kuşuuummm", "miinnnoşşummm" "cannnımmmm" diye.. yok arkadaş bence bunların hepsi gizli bir grubun üyesi. ben öyle tahmin ediyorum. ne garip lan hayat.. -
anam mısın babam mısın
sonuna mutlak surette konacak bir "len" ifadesiyle güzelliğine güzellik katılan özlüğe dönük sorgulama.
- alkol almayın.
+ sanane olm ya. içerim içmem.
- ben sadece...
+ başlatma şimdi sana da, önerilerine de, iyi niyetine de. anam mısın babam mısın len? -
ak parti alerjisi
yakalananlar için kaşıntısı bitmez bir derttir.
-
aşık olunası şarkılar
dinlemekten bıkmadığımız şarkılardır. metrobüste, iettde, trende, vapurda onlar bizimledir. bunlardan bazıları;
radiohead-creep
led zeppelin-stairway to heaven
sting-shape of my heart
him-gone with the sin
redd-nefes bile almadan
almora-princess of rain -
aşık olunası şehirler
mimarisi, tarihi bir yana; çakıl taşıyla, rüzgarıyla ya ya kıvrıla kıvrıla düşen bir yaprağı ile bile sizi içine çeken, kendinizi ait hissettiğiniz, ayrı olunca özlediğiniz, tekrar tekrar görmeyi istediğiniz ve en sonunda onsuz yapamayacağınızı düşündüğünüz şehirlerdir.
örn: izmir -
alkolden devrilmeyen sevgili
genel manada iki durumda gerçekleşip, eş zamanlı benzer 2 neticeye sahiplik yapan sevgilidir.
1. sevgiliniz erkekse,
+ bağyan kısmı için gurur verici bir mesele olabilir.
+ kötü emellere karşı yiğitlik yapan bir sevgiliniz var demektir ki, bu da gayelerinize zıt durumlara gebedir.
2. sevgiliniz bağyansa,
+ o sevgiliyle derhal evlenirsiniz.
+ kötü emellerinize karşı duran bir yiğitle berabersinizdir. -
günün sözü
dünyanın en centilmen insanı. karanlıkta bile esnerken ağzını kapatandır.
-
götle okunan başlıklar
yazar kişisi dizüstü bilgisayarını koltuğa bırakıp mutfağa kahve almaya gider. döndüğünde yanlışlıkla bilgisayarın üstüne oturur ve muhterem göt okur:
windows media player ekranına saklanıp çocukluğuna dönmek
göz okusa şöyle olacaktı halbuki: windows media player ekranına odaklanıp çocukluğuna dönmek
not: e götüm de çocukken saklambaç oynamıştı ama! yine oynuyoruz sandı gariban...